Hüseyin KUBAT

Hüseyin KUBAT

ZULÜM

23 Haziran 2025 12:02 Boğaziçi Eğitim Derneği 211

ZULÜM

“Bir şeyi ona ait olmayan yere koymak” anlamındaki zulüm (zulm) din, ahlâk, hukuk gibi alanlarda terim olarak “belirlenmiş sınırları çiğneme, haktan bâtıla sapma, kendi hak alanının dışına çıkıp başkasını zarara sokma, rızasını almadan birinin mülkü üzerinde tasarrufta bulunma, zorbalık”, özellikle de “güç ve otorite sahiplerinin sergilediği haksız ve adaletsiz uygulama” gibi anlamlarda kullanılır. Aynı kökten mazlime (çoğulu mezâlim) “zalimin elinde bulunan başkasına ait nesne” demektir. Zulümden şikâyetçi olmaya tazallüm, zulme katlanmaya inzılâm denir (Lisânü’l-ʿArab, “ẓlm” md.; et-Taʿrîfât, “Ẓulm” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 938; EI2 [Fr.], XI, 612-613). Adl/adâlet, kıst ve insaf kavramları zulmün karşıtı, cevr, bağy, tuğyân, fısk, udvân/taaddî/i‘tidâ kavramları da zulmün eş anlamlısı veya yakın anlamlısı olarak kullanılır. Zulmün kök anlamı bakımından özellikle insan ilişkilerindeki haksızlıkları ifade ettiği, bu sebeple cevre göre daha dar anlamlı olduğu belirtilirse de (Ebû Hayyân et-Tevhîdî, s. 84-85) literatürde zulmün eş anlamlısı olarak en çok cevr geçer.(Mustafa Çağırıcı, Zulüm md.)

Kur’an’da yirmi âyette zulüm kavramı, iki yüz altmış dokuz yerde de türevleri geçmektedir. İki yüzden fazla yerde zulüm kavramı küfür, şirk veya Allah’ın hükümlerini çiğneme anlamında kullanılmıştır. Yirmiyi aşkın yerde de beşeri ilişkilerde haksızlığa sapma mânasında kullanılmıştır. Yetmişten fazla yerde Allah’ın hiç kimseye hiçbir şekilde zulmetmeyeceği, insanların dünyada uğradıkları zararların ve âhirette uğrayacakları cezaların kendi kötülüklerinin karşılığı olduğu, inkârcıların ve kötülük işleyenlerin sonuçta kendilerine zulmettikleri belirtilmektedir. “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” dedik." (Bakara 2/35). Kur’an’da Allah’ın emrini çiğneme ve hükmünü ihlâl etme bağlamında ilk zulüm, yasaklanan meyveyi yiyen Âdem ile Havvâ tarafından işlenmiştir (A‘râf 7/19, 23). Nûh (as)’ın kavmi Nûh’u ve inananları aşağılayıp davetini reddetmeleri sebebiyle “zulmedenler” diye anılmıştır. (Hûd 11/27, 37, 44). İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ’ya, “Allah’ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız” demeleri, altın buzağıya tapmaları, cumartesi yasağıyla ilgili hükmü ihlâl etmeleri gibi tutumları da zulüm diye nitelenmiştir (Bakara 2/54-59; el-A‘râf 7/160-165). Yine Kur’an’da belirtildiğine göre daha önce inkârcı bir kavimden olan Sebe melikesi Hz. Süleyman’ın kendisiyle bağlantı kurmasından sonra, “Ey rabbim, ben kendime zulmetmişim” diyerek Allah’a teslim olduğunu ifade etmiştir (Neml 27/38-44).

Birçok âyette, gerek inançları bakımından gerekse söz ve davranışlarıyla Allah’ın hükümlerini çiğneyip doğru yoldan saptıkları için zalimler diye anılanların dünyada çeşitli felâketlerle helâk edildikleri bildirilmiştir. "Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar." (Hûd 11/67), "Emrimiz gelince, Şuayb’ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; haksızlık edenleri (zalimleri) de korkunç bir gürültü yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar." (Hud 11/94; ayrıca bkz. Kehf 18/59; Ankebût 29/14, 40). Zâlimlerin âhirette cezalandırılacakları da belirtilmiştir. "Kâfirlerin kalplerine korku salacağız. Çünkü onlar, hakkında Allah’ın hiçbir delil indirmediği şeyi O’na ortak koştular. Onların varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin durağı ne kötüdür! " (Âl-i İmrân 3/151; ayrıca bkz. Mâide 5/29; Tûr 52/47). Bunların dünyada yaptıkları, iyi gibi görünen işlerinin boşa gideceği bildirilmiştir. "Onların bu dünya hayatında harcadıklarının misali, kendilerine zulmeden halkın ekinine isabet edip onu helâk eden kavurucu bir rüzgârdır. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlar." (Âl-i İmrân 3/117).

Zulüm, adâletin karşıtı olan bir kavramdır, haksızlık demektir. Adâlet, nasıl her şeyi yerli yerine koymak demek ise, zulüm de bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymaktır. Bu nedenle her şeye gerektiği yerde ve hakkettiği kadar değer vermek gerekir. Dinimiz her şeyde adâleti emretmiş, zulmü ve haksızlığı ise yasaklamış ve büyük günahlardan saymıştır. “(Ey Peygamberim!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Ancak Allah onları cezalandırmayı, korkudan gözlerin dışarıya fırlayacağı bir güne erteliyor.”(İbrâhîm, 14/42). İnsanların dokunulmaz hakları vardır. Bunlara dokunulması haram ve yasaktır. Peygamberimiz vedâ haccında bu konunun üzerinde önemle durmuş ve şöyle buyurmuştur: “Kesin olarak söylüyorum ki, kanlarınız, mallarınız, şeref ve haysiyetiniz bu ayda, bu şehirde bugünün hurmeti gibi haramdır. Rabbınıza kavuştuğunuzda yaptığınızdan sizi sorgulayacaktır...” (Buhârî, “İlim”, 9; Müslim, “Kasame”, 9). İnsanların dokunulmaz hakları; Can, Mal, Akıl, Din ve Nesil dır. Bunların korunması zorunludur. Islam'daki hemen hemen bütün emir ve yasaklar bu beş temel esası korumak ve geliştirmek için düzenlenmiştir. Her insan doğuştan bu haklara sahiptir. Bu haklar kişinin temel hakkıdır, başkasına devredilemez.

Zulüm Üç Çeşittir. Birincisi, Allah’a karşı kulun yaptığı bir haksızlıktır. Allah, kendisinden başka ilâh olmayan bir varlıktır. İbadet yalnız O’nun hakkıdır, O’ndan başkası ibadete layık değildir. Çünkü yaratan, yaşatan O, akıl gibi üstün yeteneklerle insanı donatan O, öldüren O, diriltecek olan O, sonra sorgulayacak olan O'dur. Bu nedenle de ibadet yalnız O’nun hakkıdır. İbadette Allah’a başkasını ortak koşmak, Allah’ın hakkını Allah’tan başkasına vermektir ki, en büyük zulümdür, haksızlıktır. Nitekim Lokman (as)'ın oğluna yaptığı nasihatinde: “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma, çünkü Allah’a ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.” (Lokmân, 31/13) buyurulmuştur. Allah Teâlâ, kulunun kendisine yaptığı ibadete başkasını ortak koşma haksızlığını bağışlamıyacağını bildirmekte ve şöyle demektedir: “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah’a ortak koşan muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisâ, 4/116). İkincisi, kişinin kendi nefsine yaptığı zulümdür. Allah Teâlâ insanı yaratıkların en şereflisi kılmış, kâinatta kendisinden başka her ne varsa hepsini ona hizmet için yaratmış, gönderdiği Peygamberlerle de O’na emir ve yasaklarını bildirmiştir. Allah’ın şerefli kıldığı insan Allah’tan başkasına taparsa ve Allah’ın yasakladıklarını yaparak günah işlerse kendisine yazık etmiş ve haksızlık etmiş olur. Allah’ın aziz kıldığını o zelil kılmış olur. Kur’an-ı Kerim, günah işleyenlerin nefislerine zulmetmiş olduklarını bildiriyor. Ve bundan tevbe ederek nefislerini arındırmaları emrediliyor. Günahın insan gönlünde bir kir ve leke olduğu, bu kir ve lekenin ancak tevbe ile temizleneceği Peygamberimiz tarafından bildiriliyor.

Üçüncüsü ise, başkalarına yapılan haksızlıktır. Müslüman herkes ile iyi geçinir, kimseye haksızlık etmez, kimseye haksızlık yapılmasına razı olmaz. Peygamberimiz buyuruyor: “Müslüman, müslümanın kardeşidir. Müslüman müslümana zulmetmez. üslüman müslümanı (başına gelen musıbette) yalnız bırakmaz.” (Buhârî, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 15). İnanmış olan bir kimse başkasına zulmetmez. Hiç kimsenin malını haksız yere zimmetine geçirmez. Başkalarının hakkına, hukukuna ve hududuna tecavüz etmez. Bilir ki bir gün bu yaptıklarından Allah’ın huzurunda sorgulanacaktır. Bunun şüphe götürmez olduğunu Peygamberimiz şöyle açıklıyor: “Haklar kıyamet gününde sahiplerine iade edilecektir. Hatta boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun öcü (hakkı) alınacaktır.” (Müslim, Birr, 15). Haksızlık ve hırsızlıkla zimmete geçirilen mal, para, mülk ve toprak kıyamet gününde sahiplerine ödenecek ve hiç kimsenin hakkı kimsede kalmayacaktır. Peygamberimiz: “Bir kimse yemin ederek bir müslümanın hakkını zimmetine geçirirse Allah o kimseye cehennemi vacip kılar, cenneti haram eder.” buyurdu. Bunun üzerine bir adam: Eğer o hak, değersiz bir şey ise de mi? deyince, Peygamberimiz: İsterse misvak ağacından bir dal parçası olsun, buyurdu." ( Müslim, İman, 61).

Haksız olarak bir mala sahip olmak için yalan yere yemin etmenin büyük bir vebal olduğu ve kişiyi elim bir azaba uğratacağı âyet ve hadislerde ifade edilmiştir. “Her kim hakkı olmadığı halde bir müslümanın malını zimmetine geçirmek için yemin ederse Allah’ın hışmına uğrayarak huzuruna çıkar.” buyurdu. Abdullah İbn Mes’ûd diyor ki, sonra Peygamberimiz Allah’ın kitabından bunu tasdik eden Al-i İmrân 77. âyetini okudu:Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya; işte onlar için ahirette hiç bir nasip yoktur.” (Buhârî, Müsakat, 4; Müslim, Eyman, 61). “Bir kimse din kardeşinin iffetine yahut malına haksız olarak dokunmuş ise; altın, gümüş bulunmayan kıyamet gününden önce ondan helallık alsın. Aksi takdirde yaptığı haksızlık oranında onun iyiliklerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa (veya iyiliği borcunu karşılamıyorsa) hak sahibinin günahlarından alınıp haksızlık edene yükletilir (ve böylece ödeştirilir).” (Buhârî, Mezalim, 10). Kişilerin mülkiyetinde olan mal ve topraktan haksız yere bir şey almak nasıl günah ise, kamuya ait mal ve topraktan haksız yere bir şey almak da aynı şekilde günahtır. Çünkü bunda topyekün milletin, henüz tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır. Müslüman, hakkı olmayan bir şeyi kime ait olursa olsun almaz ve böyle bir mala sahip olmak istemez. Çünkü bu yüktür ve vebaldir.

Kişi haksızlığını kabul ederse ne yargıya gitmeye ne de kavga etmeye gerek kalmaz. Çünkü yargı bilgi ve belgelere göre karar verir. Bu az da olsa bazen haksızı haklı, haklıyı haksız kılabilir. Peygamberimizin eşi Ümmü Seleme (ra.) diyor ki, Peygamberimiz kapısının önünde davalı ve davacının gürültü ettiklerini duydu. Yanlarına gitti ve:Ben ancak sizin gibi bir insanım. Bana yargılanmak için davacılar geliyorlar. Onlardan bazısı diğerlerinden (maksadını anlatmak ve delil getirmekte) daha usta olabilir. Ben ise (işittiğim söze göre) onu doğru sanarak lehine hükmedebilirim. Kimin lehine bir müslümanın hakkıyle hükmettimse o bilsin ki bu hak (ona helâl değil) ateşten bir parçadır. İster onu alsın, ister bıraksın.” (Buhârî, Mezalim, 16; Müslim, Akdıye, 3). Zulüm kalbin kararmasından meydana gelir. Zalimin kalbi hidâyet nuru ile aydınlanmış olsaydı, zulmün sonuçlarını düşünür ve buna yaklaşmazdı. Kalbin bu kararması kıyamet günü insanı karanlıklar içinde bırakacaktır. “Zulüm, kıyamet gününde karanlıklardır.” (Buhârî, Mezalim, 26; Müslim, Birr, 15).

Allah Teâlâ kötülük yapmak şöyle dursun, kötülüğün söz olarak meydana, ortaya konulmasını, ulu orta konuşulmasını dahi istemiyor. Allah ne iş olarak, ne söz olarak, ne gizli, ne aşikâr kötülüğün hiçbirini sevmez. Sözle olsa dahi kötülüğün ilân edilmesinden ve açıklanmasından hoşlanmaz ve bunu yapana gazab ve azap eder. Ancak zulmedilmiş, hakkına tecavüz olunmuş olan kimsenin feryad etmesine, zalim aleyhinde beddua etmesine izin vermiştir. Hatta zalimin kötü sözlerine karşılık vermesine müsaade etmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Allah, kötü sözün açıklanmasını sevmez. Ancak zulme uğrayan hâriç. Allah her şeyi hakkıyle işiten, hakkıyle bilendir.” (Nisâ, 4/148) buyurmuştur. Burada zulme uğrayanların uğradıkları zulmü anlatmaları, zalimi ifşa etmeleri istenmektedir. İzin verilen; zalime, yine onun yöntemiyle, zulüm ile karşılık vermek değildir. Hâlbuki zulüm ifşa edildiği takdirde engel olma imkânı doğar. Zaten zâlimler çoğunlukla gizlice ve dolaylı yollardan, çaktırmadan zulümlerini devam ettirmeye çalışırlar. Devam etmemesi için, kötü söz, mahrem bir konu olsa bile ifşa edilmesi gerekir.

Bir kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür, ama kim affeder bağışlarsa onun mükafatı Allah’a aittir. Şüphesiz ki Allah zalimleri sevmez.” (Şûrâ, 42/40). Ayet-i Kerime, kendisine kötü söz söylenen kimsenin aynen karşılık vermesinin hakkı olduğunu, ancak affetmesinin hem büyük bir erdemlik, hem de Allah’ın razı olacağı ve karşılığını vereceği bir davranış olduğunu ifade etmektedir. Böyle bir haksızlığa uğrayan kimsenin, haksızlığı yapana beddua da edebileceğini söylemiştik. Zalim, zulmettiği kimsenin bedduasından sakınmalıdır. İbn Abbas (ra.) şöyle diyor: Peygamberimiz Muâz’ı Yemen’e göndermişti Muâz, Yemen halkından müslüman olanların zekâtlarını toplayacak ve ihtiyaç duydukları dinî hükümleri onlara öğretecekti. Peygamberimiz Muâz’a verdiği emirler arasında şu da vardı:Ey Muâz! Günahkâr olsa bile, mazlumun duasından sakın, çünkü mazlumun duası ile Allah arasında, duanın kabul edilmesine engel hiçbir perde yoktur.” (Buhârî, Mezalim, 9).

Zulüm, Kur’an ayetlerinde çok geniş anlamda ele alınmış bir kavramdır. İnanç, eylem ve ahlâk konularını ilgilendiren bir anlam alanına sahiptir. Kur’an’ın ortaya koyduğu en üst değer olan adâletin (Mâide, 5/8) zıddı zulümdür. Bunun için, “küfür ile âbâd olunur ama zulüm ile âbâd olunmaz” denilmiştir. Zulüm, insanın Rabbine, kendisine ve çevresine karşı işlediği bir haksızlık, diğer taraftan Allah’ın ulûhiyet hakkını ihlâl etmesi sebebiyle Allah tarafından affedilmeyen bir kötülük sayılmaktadır. "Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse hakkında bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur." (Nisa 4/48). İnsanın saygınlığını yok ettiği için insanlar tarafından da zulüm hoş görülmemektedir. Her durumda zulüm, bir hakka tecavüzdür. Kur’an’ın hedefi, insanların hakkını korumak ve insanı hak ettiği mertebeye yükseltmektir. Bu sebeple her varlık için bir hak söz konusudur ve sahibine hakkının verilmesi gerekir. (Buhari, Savm, 50; Tirmizi, Zühd, 6). İslam kazanılmış her hangi bir hakkın alınması konusunda hak sahiplerini hiçbir şekilde tembellik ve ilgisizliğe sevketmediği gibi tehdit ve tazyik altında kalarak haklarından vazgeçmelerine de razı olmamıştır. "Onlara haksız bir saldırı yapıldığında elbirliğiyle kendilerini savunurlar." (Şûrâ, 42/ 39)  Kur’an, zulme karşı mücadeleden kaçanları uyarmış, onları kendi ifadesiyle “kendilerine zulmedenler” olarak vasıflandırmıştır. ( Kutub, Seyyid, İslam’da Sosyal Adâlet, s. 26).  “Zulüm sebebiyle malı elinden alınırken öldürülen kimse şehittir” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 590)  hadis-i şerifi ile hakkı alma ve koruma gayesiyle yapılan mücadelenin önemine vurgu yapılmıştır.

 “(O gün) kendisine zulmeden herkes, yeryüzünde kendisine ait ne varsa, onu (azaptan kurtulmak için fidye olarak verirdi. Azabı gördükleri zaman, içlerinde derin bir pişmanlık duyarlar, aralarında ise adaletle hükmedilir, asla haksızlığa uğratılmazlar” (Yunus, 10/ 54) buyrulmuştur. Faiz yoluyla haksız kazanç sağlamak ve böylece karşılıklı haksızlıklara sebep olmak yasaklanırken “Haksızlık da etmeyin, haksızlığa da boyun eğmeyin” (Bakara, 2/ 279) uyarısı yapılmıştır. Hırsızlık yapanın cezasını bildiren ayetten hemen sonra; “Kim işlediği zulmün ardından tevbe eder ve kendini düzeltirse, şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir” (Mâide, 5/ 39) ifadesiyle, hırsızlık yapmanın haksızlık ve hakka tecavüz anlamında zulüm olduğuna işaret edilmiştir. Mü’minlerden, iman edenleri bırakıp kâfirleri ve münâfıkları dost edinenlere de Kur’an ‘zâlimler’ demektedir. "Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Mâide, 5/ 51; Tevbe, 9/ 23)  Çünkü burada küfrü imana tercih etme vardır. İmanın dolayısıyla mü'minin hakkı, küfre, kafire karşı üstün tutulmak ve tercih edilmektir. 

  "Cennet ehli cehennem ehline, “Biz rabbimizin bize vaad ettiğini gerçek bulduk; siz de rabbinizin size vaad ettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenir. “Evet!” derler. Ve aralarından bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlerin üzerine olsun!” diye bağırır." (A‘râf 7/42). Zulmedenler Allah’ın lânetini hak etmektedirler. Zâlimler, Allah’ın hidayetinden, inayetinden himayesinden ve sevgisinden mahrum olacaklardır. Zalim toplumlar, zulümleri sebebiyle helâke sürüklenmişlerdir. (Bakara,2/ 258; Âl-i İmrân,3/ 57,151,197; Mâide, 5/72; En’âm,6/ 21; A’râf, 7/ 41,162; Enfâl, 8/ 54; Kasas,28/ 40). Zulmün helâk sebebi olması, onun toplumsal boyutta yaygınlaşması dolayısıyladır. Toplum zulme karşı durduğu ve bir mücadele ortaya koyduğu sürece helâkten kurtuluşu mümkündür. "Sizden önceki toplumlar içinde yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek birikimli kimseler bulunsaydı ya! Onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kesim bunu yaptı. Zulmedenlerse içinde şımartıldıkları refahın peşine düşüp günahkâr oldular. Rabbin, halkı iyilik peşinde olan ülkeleri haksız yere helâk edecek değildir." (Hûd, 11/ 116-117).

Allah hem âdildir hem de zulümden münezzehtir. Ayrıca, kötülükleri misliyle cezalandırdığı, hattâ affetmek tavsiye edildiği halde, "Kim iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır; kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar." (En’âm,6/160) zulüm işleyene müsamaha gösterilmemiştir. "Kınama ve cezalandırma ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere saldırıda bulunanlara yöneliktir. Onlar için elem verici bir azap da vardır." (Şûrâ, 42/ 42). Mü’min kalbi zulümden uzak, iman vasıtasıyla merhamet kazanmıştır, kazanmalıdır. Her vesile ile Allah’ın âdil oluşunun vurgulanması, mü’minlerin de âdil olmalarını, zulümden uzak durmalarını gerekli kılmaktadır. Kur’an, mü’minlerin, zalimlere meyletmemelerini, aksi takdirde kendilerini de ateş azabının bulacağını haber vererek zulümden sakındırmaktadır. "Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz!" (Hûd,11/ 113). Zulüm dilimizde haksızlık anlamında kullanılmaktadır. Dolayısıyla her türlü haksızlık nihayetinde zulümdür. Bu nedenle her türlü haksızlıktan kaçınmak gerekmektedir. Toplumda yaygınlaşan bazı alışkanlıklar zulüm, haksızlık olsa bile normal karşılanabiliniyor. Bu gibi davranışlardan kaçınmak gerekir. İnsanları söz ve davranışlarıyla rahatsız etmek, hoşlanmadıkları eylemleri ısrarla yapmak haksızlıktır. Rahatsız etmek nasıl ve nerede yapılırsa yapılsın farketmez. Evde, sokakta, ışyerinde veya sosyal medyada olsun, haksızlık yanlıştır, zulümdür.

Kur’an, adaleti toplumların bekası için en temel şart olarak görmektedir. İnsanların nefislerinden başlamak üzere toplumsal alana yayılan zulüm nedeniyle fıtratların bozulmasına ve yeryüzünde fesâdın, haksızlığın oluşmasına yol açan “sapma, sapıtma” seklindeki değişimi tersine çevirmeyi, toplumların iyileşmesini hedeflemektedir. "Biz hangi topluma bir uyarıcı göndermişsek oranın sefahate dalmış olanları mutlaka şöyle demişlerdir: “Biz sizin tebliğ ettiklerinize inanmıyoruz. Ardından şunu eklemişlerdir: “Biz servet ve nüfus açısından üstünüz; dolayısıyla, azaba uğratılacaklar biz olamayız.” (Sebe,34/ 34-35). Maddî güç ve nüfuzlarını, zulüm düzenlerini devam ettirmek adına, kendilerine gelen Allah elçilerine karşı kullanmaktadırlar. Allah tarafından bir toplumun, kendi içinde barındırdığı zulmü ve o zulme yol açan düşüncelerini değiştirmediği için hidayete erdirilmeyeceği bildirilmektedir. Hak ve batıl mücadelesinde mutlaka hak galip gelecek, batıl yok olup gidecektir. Tarih, toplumların inançları sebebiyle değil, zulümleri sebebiyle helâkına defalarca şahitlik etmiştir. “Nice memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken yahut gündüz istirahat halindeyken gelmişti. Azâbımız kendilerine geldiğinde, “Gerçekten biz zalimler olmuştuk” demekten başka söyleyecekleri bir şey kalmamıştı.”(A’râf, 7/ 4-5).   

 

 

 

Yorum Ekle

İlk Yorumlayan Siz Olun!

YAZARIN SON 5 YAZISI

Tüm Yazıları
Boğaziçi Eğitim Derneği

Boğaziği Eğitim Derneği Kurumsal Web sitesi.

Boğaziçi Eğitim Derneği

İstiklal Mah. Hamikoğlu Sok. No:16
44320 Battalgazi / Malatya

Dernek Yazılımı: Medya İnternet™ - Dernek Sitesi Kulga © Tüm Hakları Saklıdır.