
RİYA
(İkiyüzlülük, Münafıklık, Gizli Şirk)
Sözlükte “görmek” anlamındaki re’y kökünden türeyen riyâ (riâ’), hadislerde ve ahlâka dair eserlerde -süm‘a (şöhret peşinde olma) kelimesiyle birlikte- “saygınlık kazanma, çıkar sağlama gibi dünyevî amaçlarla kendisinde üstün özellikler bulunduğuna başkalarını inandıracak tarzda davranma” şeklinde açıklanır. Kaynaklarda dünyevî konulardaki riyakârlıklara yer yer değinilse de (meselâ bk. Muhâsibî, er-Riʿâye, s. 183-184; Gazzâlî, III, 297-299) daha çok ihlâs ve sıdk kavramlarının karşıtı olan riya üzerinde durulmuştur. Riya, “Allah’tan başkasının hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle amelde ihlâsı terketme” (et-Taʿrîfât, “riyâʾ” md.); “Allah’a itaat eder görünerek kulların takdirini kazanmayı isteme” (Gazzâlî, III, 297); “ibadeti Allah’tan başkası için yapma, ibadetleri kullanarak dünyevî çıkar peşinde olma; Allah’ın emrini yerine getirmek maksadıyla değil insanlara gösteriş olsun diye iyilik yapma” (Kurtubî, V, 422; XX, 212); “insanların görmesi ve takdir etmesi için ibadeti açıktan yapma” (İbn Hacer, XXIV, 130) vb. şeklinde tanımlanmıştır.(Mustafa Çağırıcı, Riya md.).
Kur'an da riya kavramı beş âyette geçmektedir. "Ey iman edenler! Allah’a ve âhiret gününe inanmadığı halde malını insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle boşa çıkarmayın. O kimsenin misali, üzerinde toprak bulunan düzgün ve yalçın bir kayadır; kayanın üzerine şiddetli bir yağmur yağmış, onu çıplak halde bırakmıştır. Bu gibilerin kazandıkları hiçbir şeyden istifadeleri olmaz ve Allah, inkârcı topluluğa hidayet vermez."(Bakara 2/264)."Ve bunlar Allah’a ve âhiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarf edenlerdir. Bir kimsenin arkadaşı şeytan olursa o ne kötü bir arkadaştır! ".(Nisa 4/38). "İnsanları Allah yolundan engellemek üzere taşkınlık ve gösteriş yaparak yurtlarından (savaşa) çıkıp gelenler gibi olmayın; Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır." (Enfâl 8/47). "Münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar. Hâlbuki Allah onların oyunlarını kendi başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıklarında üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirler."(Nisa 4/142). "Onlar halka gösteriş yaparlar." (Mâûn 107/6). İlk iki âyette ibadet niyeti taşımadan, Allah rızasını gözetmeden, sadece gösteriş olsun diye sadaka verenler, üçüncü âyette gösteriş ve şöhret için savaşa katılanlar, diğer iki âyette ise gösteriş için namaz kılanlar kınanmıştır.
İbn Abbâs’ın (r.a) naklettiğine göre, Rasûlullah (sav): “Kim (işlediği hayrı şöhret için) insanlara duyurursa, Allah onun (gizli işlerini) duyurur. Kim de (herhangi bir hayrı) gösterişçe yaparsa, Allah da onun gösterişçiliğini meydana çıkarır.” buyurdu. (Buhârî, Rikâk, 36; Müslim, Zühd, 47). Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah sizin dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, bilakis kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 34). Hz. Ömer(r.a), Rasûlullah şöyle buyurdu: “Ameller ancak niyetlere göre değer kazanır. Herkes niyet ettiği şeyin karşılığını alacaktır...” (Ebû Dâvûd, Talâk, 10-11; Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1). Hadislerde de riyâ, gösteriş ve başkasını memnun etmek için yapılan iş, amel şeklinde kullanılmıştır. Rasûl-i Ekrem riyayı “küçük şirk” olarak nitelemiş, Allah’ın kıyamet gününde insanlara amellerinin karşılığını verirken gösteriş için ibadet ve hayır yapanlara, “Ey riyakârlar! Dünyada amellerinizi gösteriş olsun diye kimin için yaptıysanız gidin onu arayın, bakalım bulabilecek misiniz? ” şeklinde hitap ederek onları huzurundan kovacağını bildirmiştir (Müsned, V, 428, 429).
İnsanın kısmen veya tamamen niyetinin aksine iş yapması ve bundan bir sonuç beklemesi, menfaat elde etmesi riyadır. İnsan, zorlama, baskı altında da niyetinin aksine iş yapar. Ancak riyâ ile zorla, ikrah sonucu yapılan iş aynı değildir. Zira, riya bilinçli olarak ve zorlama olmadan yapılır. Riyâ aynı zamandan birilerinin görmesi ve menfaat için yapılmaktadır. Riyakâr, Allah için yaptığını söylediği fiili kullar için sergileyerek bir yalan, Allah'tan beklediğini iddia ettiği karşılığı kullardan bekleyerek bir başka yalan içine girmiş durumdadır. Bu tam bir kişilik çöküntüsü, ruhsal iflastır. Kur'an riyaya öylesine ağır ve şiddetli bir olumsuzluk yüklemiştir ki, Mâûn suresinde çok şiddetli bir şekilde eleştirmiş, yermiştir. "Gördün mü dini yalan sayanı? İşte odur yetimi itip kakan; Ve yoksula yedirmeyi özendirmeyen! Vay hâline o namaz kılanların ki, Onlar namazlarının özünden uzaktırlar. Onlar halka gösteriş yaparlar. Hayra da engel olurlar." (Mâûn, 107/1-7). Riyâ bu süreye göre örtülü bir din inkârıdır. En kötü ve tehlikeli din inkârı, açık ve net bir şekilde değil, gizli ve örtülü, riyakâr bir inkardır.
Allah'a giden yolda en büyük kötülüğü yapan ve dini içinden yıkarak insanlığı bunalıma ve onursuzluğa götürüp alçaltan en önemli illet, hastalık, riyakârlıktır. İnsanın önünü tıkayan, önemli atılımlara engel olan ve ömür sermayesini boşa harcatan belâ riyakârlıktır. Bu hastalığa yakalanmış birey ve toplumlar kalıcı, huzur ve mutluluk getirici hiçbir değer üretemez. Çünkü riya, güzeli ve iyiyi öldürmekle kalmaz, güzele ve iyiye yönelik ümitleri de yok eder. İnsanı insan olmaktan çıkaran ve Allah karşısında bir nefret unsuru haline getiren kötülüktür. Bu yoldan yürüyenler, yokluğa ve tükenişe mahkûm olmuşlardır. Bunların değer üretmesi mümkün değildir. Değer üretmek için niyetin sahih olması, işi faydalı ve yararlı olduğu için ve en önemlisi Allah için yapmaktır. Insana yakışan, eksik ve eziklik kapısından, kul olduğunu unutmadan ve kibirlenmeden içtenlikle Allah’a sığınmaktır. Çünkü bu kapı, gizli şirk olan riyaya asla geçit vermez. Gizli şirkin giremediği bir gönül, sonsuz kurtuluşa ulaşabilir.
Kur'an'a ve Peygamberimize göre gösteriş, riyâ daha çok namaz, sadaka ve cihad gibi dışarıya yansıyan ibadetlerde görülür. Mâûn suresinde gösteriş için namaz kılanlar kınanmıştır. Yine münafıkların istemeden, üşenerek namaz kıldıkları, gösteriş yaptıkları ve Allah'ı çok az hatırladıkları (Nisa 4/142) belirtilmektedir. Peygamberimiz ise; "Gösteriş için oruç tutan, namaz kılan, sadaka veren kimse Allah'a şirk koşmuştur." (et-Tergib ve Terhib, I/32) diyerek bu konuda müslümanları uyarmıştır. Diğer bir hadiste; Rasulullah (sav) buyurdular ki: "Allahu Teala Hazretleri diyor ki: "Ben ortakların şirkten en müstağni olanıyım. Kim bir amel yapar, buna benden başkasını da ortak kılarsa, onu ortağıyla başbaşa bırakırım." (Müslim, Zühd 46; (2985) buyurarak olayın vahametini, dehşetini vurgulamıştır. Ayrıca Hz. Muhammed (sav), mabet süslemeyi ümmetler için çöküş alâmeti olarak göstermiştir. Bunun sebebi, Namazın reklam aracı haline getirilmemesinde yatıyor. Farzlar dışındaki tüm namazların cami dışında kılınmasının emredilmesi ve gece namazının üstünlüğü de bunu gösterir. Hz . Peygamber şöyle diyor: "Kulu Allah'a yaklaştırmada, gizli yapılan secdeden daha üstün hiçbir şey yoktur." (İbn Mübarek, Kitabu'z-Zühd, 50). Nâfile, fazladan yapılan ibadetlerde aslolan gizliliktir.
Kişinin amellerinin kabul olmasında ‘niyet’ son derece önemlidir. Amellerin niyetlere göre değerlendirileceğini söyleyen (Buhârî, el-Câmiʿu’s-sahîh (Beyrut: Dâru Tavkı’n-Necât, 1311), “Bedü’l-vahy”, 1). Hz. Peygamber (s.a.s.), …“Allah, ancak samimiyetle sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.” buyurmuştur. (Nesâî, el-Müctebâ mine’s-sünen, “Cihâd”, 24.). Allah’ın da itibar ettiği ve asıl olan niyet şekli, sadece dil ile ifade edilen değil, aynı zamanda kalp ile de tasdik olunandır. Nihayet, ilmi sayesinde kalplerin gizlediğini, dillerin söze döktüğünü bilen Yüce Allah, hem ibadetlerde hem de diğer davranışlarda samimi olunmasını, kalpteki ile dildekinin tutarlı olmasını ister. Hz. Peygamber’in de ihlasla yapılan ibadetleri övgüyle karşıladığı; kötü niyetle, samimiyetsiz, riya, şöhret ve çıkar amacıyla yapılan davranışları ise tasvip etmediği bildirilir. (Mehmet Emin Özafşar vd, Hadislerle İslâm (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2014), 3/26).
Niyetler, samimiyet ölçüsünde olduğu zaman kaliteli bir vasıf kazanır ve kişiye faydalı hâle gelir. Allah’ın, kullarından istediği de iman ve amellerindeki samimiyettir. Bundaki esas gaye ise dünya ve ahiret mutluluğudur. İyi, doğru ve faydalı işleri ifade eden “sâlih amel” ve ibâdetler, kalpteki imanın fiilî halidir. Nitekim sözde ve gönülde olan her bir bilgi, amelle desteklenmedikçe eksik ve kaybolmaya mahkûm olacağı gibi; iman da doğru olan eylemlerle birliktelik içerisinde olmadığı sürece zayıf kalacak ve zamanla yok olacaktır. “Sâlih amel” kavramı Kur'an'da doksan bir yerde geçmekte olup bu ayetlerin elli ikisinde “İman edenler ve sâlih amel işleyenler” şeklinde tekrarlanarak bir arada zikredilmiş olması bu iki hususun birlikteliğinin önemini göstermekte ve niyet-amel bütünlüğünün iman üzerindeki etkisine dikkat çekmektedir. Dolayısıyla iman, sâlih amellerle kemâle ermekte; ceza ve mükâfat da iman ve amelin durumuna göre değerlendirilmektedir. Bununla birlikte amelin imandan bir cüz olup olmamasının, tarihî süreç içerisinde çok defa tartışıldığı ve üzerinde ihtilâflı görüşlerin bulunduğu da unutulmamalıdır.
Ucb (kendini beğenme), kibir, hırs, idlâl (amelle şımarma), riyâset (reislik), mübâhât (övünme), tefâhür (böbürlenme), haset (çekememezlik), tahakküm (galip olma sevdası), övülme arzusu ve câh (şan ve şöhret kazanma isteği) gibi birçok kötü vasıf, riyaya sebebiyet vermektedir. Gazâlî, insanlarda bulunan mevki tutkusunu inceledikten sonra bu tutkunun bir sonucu olarak gördüğü riyanın, amellerin kabulü hususunda farklı derecelerini sıralamıştır. Ona göre, gösteriş niyeti arttıkça riyanın zararı artacak; Allah rızası, sevap beklentisi ve ibadet niyeti arttıkça da riyanın zararı azalacaktır. En tehlikeli riyayı ise Allah’tan başkasına tazim gösteren kişinin riyası olarak belirtmiştir. Nitekim ona göre bu kişi, görüntüde Allah’a itaat ediyor gibi olsa da gerçekte başkasına itaat ettiğinden Rasûlullah’ın (s.a.s.), riyayı “gizli şirk” olarak nitelendirdiğini ifade etmiştir. (Gazâlî, İhyâ, 274-335). Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadiste de Rasûlullah (sav) Allah (c.c.)’ın her türlü şirkten uzak olduğu; kim bir amel yapar, buna ondan başkasını da ortak kılarsa, Allah’ın onu ortağıyla baş başa bırakacağı bildirilmiştir. (Müslim, “Zühd”, 46).
İnsanoğlu, gösteriş maksadıyla ibadetini yaptığı halde sevap bekleyebilmektedir. Âyette, insanlara riya (gösteriş) olsun diye mallarını harcayanların misâli, sağanak vurup üstündeki her şeyi silip süpüren kaygan bir kayanın hâline benzetilmiş ve bu harcamalarının boşa gideceği belirtilmiştir. (Bakara 2/264). Şiddetli ikaza muhatap olan bir başka grup ise riya için namaz kılanlardır.(Nisâ 4/142; Maûn 107/4-7). Ayrıca yurtlarından riya amacıyla çıkan kimseler de vahyin muhatabı olmuş, onlar gibi olmamak öğütlenmiştir.(Enfâl 8/47). İlgili hadislerde de dünya hayatında Allah’ı ve kullarını aldattığını sanan, elde ettikleriyle şımaran insanların, nimetlerin asıl yaratanını unutmaları sebebiyle amellerinin boşa gideceği bildirilmiş, onlara gerekli ikaz ve uyarılar yapılmıştır. Buna mukabil kişinin gösteriş ve şöhret amacı gütmediği amelleri ise övülerek teşvik edilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/156-158; Müslim, “Birr”, 166; İbn Mâce, “Zühd”, 25; Tirmizî, “Zühd”, 49).
Kişi, imani bilgiyi elde ettikten, yani neye inanacağını öğrendikten sonra edindiği bu bilgiye iman eder. Ancak riya, burada insanın peşini bırakmaz. Kişiyi, gerçekte iman etmediği halde kendisini imanlı göstermeye teşvik eder. Kendisini imanlı göstermeye çalışan kimse, amellerinde bunu sergilemek isteyebilir. Bu sebeple olsa gerek ki kaynaklarda, imanda riyayı doğrudan işaret eden bir rivayete rastlanmamış ancak riyakârlık, imanın zıddı olan küfür, şirk ve nifak ile beraber anılmıştır.(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 39/ 43-44; Buhârî, “Edeb”, 52; Tirmizî, "Bir ve Sıla", 78). Riya ve nifak benzerlik arz etmektedir. Nitekim nifak, itikatta; riya ise amelde ikiyüzlülük demektir. Fakat bunlar, ihlassızlık noktasında müşterektir.(Nevevî, Riyâzü’s-sâlihîn, 74). Riya ve süm’a başlığı altındaki değerlendirmede hadisler ve ayetler ışığında riyakârın hem münafıklarla hem de Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kâfirlerle bir tutulduğu bilgisine yer verilmiştir.
Riya ve riyakârlık münafıklara nispet edilir. Bir grup insanın gelip İbn Ömer’e “Biz idarecilerimizin yanına girer ve oradan çıktığımız zaman onlara karşı söylediklerimizin tam zıddı olan sözler söyleriz.” dediklerinde onun, “Biz, bu sizin yaptığınızı Rasûlullah zamanında nifak (ikiyüzlülük) sayardık.” cevabını vermesi, nifak-riya ilişkisine verilebilecek örneklerden biridir. (Buhârî, “Ahkam”, 27). Çünkü iman ettiğini söylediği halde idarecilerden fayda ve menfaat umarak insanlara yalan söylemek riyakârca bir davranış olduğu gibi aynı zamanda münafıklık alametidir. Nitekim kıyamet günü Allah nazarında en kötü olanların, insanları aldatan ikiyüzlüler (zü’l vecheyn) olduğu söylenmiştir. (Mâlik b. Enes, “Kelâm”, 21; Buhârî, “Edeb”, 52; Müslim, “Fedâil”, 199; Tirmizî, “Birr”, 78). Hangi toplulukta bulunursa bulunsun onlardanmış gibi görünen ve sırlarına muttali olup onları birbirine kötüleyen, nihayetinde fitneye sebebiyet veren insanlar hadisin konusunu teşkil etmektedir. Şârihlere, açıklayanlara göre zülvecheyn, ikiyüzlülük münafıklık olarak yorumlanmıştır. Burada da bir menfaatten söz edilebileceğinden münafıklık ile riya arasında bağlantı kurulması mümkündür. Ammâr b. Yasir’den rivayet olunan bir hadiste de dünyada ikiyüzlü davranan insanların kıyamet günü, ateşten iki dilinin olacağı bildirilmiştir. (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 39).
Kur'an; kıyamet günü, yardım ve af dileyecek olan müşriklere, "Allah'a ortak tanıdıklarınızı çağırın!" diye cevap verileceğini söylüyor. Bu, gizli şirk riyaya bulaşanlar için de aynıdır. İbn Mâce'nin zühd bahsinde, kaydettiği bir hadis şöyledir: " O, kendisinde kuşku bulunmayan mahşer gününde Allah ilkleri ve sonları bir araya topladığında bir duyurucu şöyle haykıracaktır: 'İcra ettiği herhangi bir amelde Allah dışında bir varlığın rızasını gözetmiş bulunanlar, ücretlerini o gösteriş yaptıklarından istesinler, Allah'tan değil." Bir diğer hadiste, “Ben, ortakların ortaklıktan en uzak olanıyım. Kim işlediği amelde benden başkasını bana ortak koşarsa, o kişiyi de ortak koştuğunu da reddederim.” (Müslim, Zühd 46). Riya çok değişik şekillerde yapılmakla birlikte, bunlarda ortak özellik, dindarlık veya dürüstlük görüntüsü altında, insanlar arasında çıkar sağlamak, şan ve şöhrete ulaşmak arzusudur. Sevmedikleri kişileri seviyormuş gibi görünen, onlara yağ çeken, öven ve böylece menfaat sağlamaya çalışan riyakârlara da bol bol rastlanır. Allah'a ve insanlara karşı samimi davranarak riyadan uzak durmak, mümkün olduğu kadar ibadetleri gizli yapmak; Allah rızasını, insanların övgüsü, isteği, yergisi, korkusu ve çıkar düşüncesine tercih etmek müslümanın prensibi olmalıdır.
Hüseyin KUBAT