Hüseyin KUBAT

Hüseyin KUBAT

MA'RUF

29 Nisan 2025 16:49 Boğaziçi Eğitim Derneği 20

 

Ma'ruf kelimesi sözlükte; bilinen, tanınan, benimsenen şey, iyi muamele, tatlı dil, ihsan gibi anlamlara gelmektedir. Dinî terim olarak da; İslâm'ın hükümleri, genel prensipleri ve emirleri uyarınca yapılması ve söylenmesi gereken her söz ve fiile, İslâm'ın hoş gördüğü her şeye ma'ruf adı verilmiştir. Kur'an'ın önemli kavramlarından biri olan ma‘rûf kavramı kırka yakın yerde geçmektedir. Mâruf, urf (örf), arife aynı anlamlarda ve aynı kökten kelimelerdir. İrfan, "bir şeyi derinden derine düşünerek idrak etmek" olduğuna göre, mâruf, güzelliği ve iyiliği derinden derine düşünülerek anlaşılıp kabul edilmiş fiil, söz veya gelenektir. Kur’an’da ve hadislerde diğer birçok terim gibi ma‘rûf, iyi ve doğru olarak kabul edilen inanç, düşünce ve davranışlara tek kelimeyle işaret edilmek istendiğinde en çok ma‘rûf kelimesi kullanılmıştır. (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ʿarf”, “nkr” md.leri). 

“Bilmek” mânasına gelen irfân kökünden türetilen ma‘rûf kelimesi “bilinen, mâlûm olan nesne” anlamındadır. Hadis terimi olarak “güvenilir râvinin zayıf râviye muhalefet edip rivayet ettiği hadis” demektir. Diğer bir ifadeyle zayıf hadis türlerinden münkerin karşısında yer alan sahih bir hadis çeşididir. Ma‘rûfun eski Arap edebiyatında “cömertlik ve ikram” anlamındaki kullanımı da İslâmî dönemde devam etmiştir. “Size ma‘rûf getirene karşılık veriniz” (Nesâî, “Edeb”, 108, “Zekât”, 72; Müsned, II, 68) meâlindeki hadiste ma‘rûf “ikram” mânasına gelmektedir. Bir mağarada mahsur kalan üç kişinin hikâyesini anlatan uzun hadiste bu kişilerden birinin kurtulmaları için Allah’a dua edip vaktiyle yaptığı bir iyiliği anarken, “Bana bir kadın gelmiş ve benden -aç kalan çocuklarını doyurmak için- ma‘rûf istemişti” dediği nakledilir (Müsned, IV, 274). Burada ma‘rûf “yiyecek yardımı” anlamında kullanılmıştır.(DİA).

Râgıb el-İsfahani mârufu şöyle tanımlıyor: "Güzelliği akıl veya din aracılığı ile bilinip belirlenen her fiildir." Dinin belirlediği güzellikler, iyilikler kadar aklın belirlediği güzellik ve iyilikler de mâruftur. Bu yüzden, mârufun bir diğer ifadesi olan örf, Kur'an tarafından bir hukuk ve yükümlülük kaynağı olarak gösterilmiştir. Hayatî bir kavram olarak mârufun muhtevasını ve önümüzdeki olay ve problemdeki net boyutunu, biz tayin ederiz. Ebeveyn ve akraba için vasıyyet, mâruf olana itibar edilerek yapılacaktır. Yani burada, yaşanılan zaman ve mekânın akla uygun kabulleri esas alınır, (bk. Bakara, 2/178). Aynı yaklaşım işletilerek; diyette, boşanmada, mehir, doğan çocuğun bakımı, boşanmış eşlerin nafakası, eşler arası ilişkiler, süt emziren kadının hakları vs. hep mârufun esas alınması suretiyle çözüme ulaştırılacaktır. (Bakara2/178, 180, 228-263; Mâide 4/5-8, 19, 25; Talâk 65/2, 6).

Maruf; meşhur, genel kabul görmüş, iyi, faydalı, yararlı, doğruluk, tarafsızlık, hakkaniyet, dostluk, yakınlık göstergesi, dostluk alameti, aktif, malum, etken yapı, bilinen hem de iyi olarak bilinen, toplum tarafından güzel olarak kabul edilen anlamlarında kullanılmaktadır. Buradan hareketle toplumların güzel ve makbul saydıkları adetleri, alışkanlıkları toplumun ortak kabulleri anlamında örf olarak adlandırılıp nesiller boyu devam ettirilen geleneklerin de adı haline gelmiştir.

"İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Ali İmran, 3/104). "Bunlar Allah’a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten menederler ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar iyi kimselerdendir." (Ali İmran, 3/114). "Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velîleridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve rasulüne itaat ederler. İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. Kuşkusuz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir." (Tevbe, 9/71). Münkere karşı çıkılması nasıl bir iman ve insanlık borcuysa, mârufun özendirilmesi, teşvik edilmesi de bir iman ve insanlık borcudur. Bu yüzdendir ki Kur'an, münkere engel olma (nehy anil münker) ile mârufu yayıp desteklemeyi daima yan yana kullanır ve bu ikisini inananların, müminlerin niteliklerinden biri olarak ortaya koyar. Mâruf, "Örfleşmiş, örf olarak benimsenmiş söz, işlem ve kabul" demektir. İbadet ve iman hayatı dışındaki konularda kural koyarken kaçınılmaz biçimde dikkate almamız gereken "maslahat" (kamu ihtiyaç ve yararı), örf dikkate alınmadığında anlam ifade etmekten çıkar. Kamusal-hukuksal alanda vahyin köşe taşı niteliğindeki temel ilkeleri korunmak şartıyla, günlük hayatın muamelât denen faaliyetlerinin hemen tümü maslahata göre çözülecektir.

"Kolaylığı seç, iyi olanı (bil urfi) emret, cahillere aldırma!"(A‘râf, 7/199). Bu âyet örfü bir hukuk kaynağı olarak benimsemektedir. Ancak şunu da unutmamalıyız ki, Kur’ân-ın bir çok âyeti atalar örfünü dinleştirmeyi, dokunulmaz ilan etmeyi şirkin bir uzantısı olarak göstermektedir. Yani örfü bir hukuk kaynağı olarak görebiliriz. Ancak örfü dinleştirmeyi, ibadet ve iman alanına sokamayız. Örfle verilen kararlar evrensel değildir. Zira örf sürekli değişir. Maslahat ve muamelât ta sürekli değişir. Ancak ibadet, iman ve muamelâtın temel amaçlar kısmı değişmez. Bu alan Allah tarafından tüm zamanlara hitap edecek sekilde, evrensel olarak belirlenmiştir. Yani Kur'an bütün örfleri dokunulmaz kılmayı uygun görmez. Ancak insanlığın evrensel değerleri halinde belirginleşmiş kabullerine yer vermemizi ister. Aslında ma‘rûf, ortak-evrensel insanlık değeri anlamında örfleşmiş kabul ve kuralların adıdır. Bu arada örfün yerelligini de unutmamak gerekiyor. Örf ortak değer kabul edildiği takdirde hüküm ifade eder.

Kur’an-ı Kerîm, savaş zamanlarında bile belli bir topluluğun savaşa katılmayıp, dini öğrenmelerini ve savaşa gidenler döndüklerinde onları uyarmalarını, iyiliği emretme kötülüğe karşı gelme faaliyetini sürdürmelerini öngörmüştür. "Bununla beraber müminlerin hepsinin toptan savaşa çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup dinde yeterli bilgi sahibi olmaya çalışmak ve seferden dönen topluluklarını uyarmak üzere geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar." (Tevbe 9/122). Dinin sağlıklı bir biçimde tebliği için maddî güç ve düşmana karşı ordu hazırlamak yeterli değildir. İslâmiyet’in hedeflediği medeniyete ilimsiz, irfansız ulaşılamaz. Bundan dolayı müslümanların kendilerini aydınlatacak ve gerekli durumlarda uyaracak derin bilgi sahibi kimseler yetiştirmek için üzerlerine düşeni yapmaları bir görevdir. Dinin doğru anlaşılması için yapılacak ilk iş kuşkusuz din ilimlerine gereken emeğin verilmesidir; fakat dinin hedefi müslümanların dünya ve âhiret mutluluğunu birlikte gerçekleştirmek olduğundan, ilme ayrılacak emeğin –dar anlamıyla– din ilimleri şeklinde sınırlandırılması düşünülemez. İnsanlara ve evrene faydalı olan her türlü bilgi ilimdir ve önemlidir.

Maruf kelimesinin Kur’an’daki kullanımı son derece etkindir. Kelime farklı çekim halleri ile kullanılmıştır. Ancak maruf şeklindeki kullanımı çok fazladır. Bakara 178. ayette, Allah, kısastan diyete geçişe izin vermiş ve bunun maruf üzere yapılmasını emretmiştir. Ekonomik bir bedelin en çok bilinen miktarda ve en iyi bilinen tarzda ödenmesi emri, marufa önemli bir atıftır. Bakara 180’de miras gibi ekonomik bir konuda dağılımın yine maruf üzere yapılması emredilmekte, mağduriyetin oluşmasına mâni olunması istenmektedir. Bakara 228. âyet ise, boşanma konusundan erkeklerle kadınların haklarından bahsederken kadınların haklarının erkekler gibi olduğuna ilişkin vurguyu maruf üzerinden yapmaktadır. Bakara 232 ve 233. ayetlerde, boşanma süreçlerinde devreye girmesi gereken ekonomik sorumluluklarda da sürekli maruf üzere hareket emredilmiş ve en özel ihtiyaçlar dahi atlanmamış hepsine maruf atfı yapılmıştır. Boşanma sonrası ortaya çıkan tüm ihtiyaçlar içinde benzer atıflar yapılmış hem davranışların maruf çerçevede kalması hem de ekonomik tutumların maruf üzere yapılması şart koşulmuştur. Bakara 263. ayette maruf kelimesi, infak psikolojisini doğru bir şekilde uygulamada kullanılmıştır. Ali İmran 104 ve 110’da iyiliklerin egemenliği için özel organizasyonların kurulması gerektiği ortaya konmuş, bu iyilikler “maruf” olarak tanımlanmıştır. Ali İmran 114’de de bu ekibin ıslah edici fonksiyonuna vurgu yapılmıştır. Nisa 5, 6 ve 8. ayetlerde toplumun, akli olarak en zayıf ve fikri yönden en naif durumda olanların (sefih, yetim, miskinler) dan, eşinin malını tüketmek zorunda olanlara varıncaya kadar herkese maruf üzere hareket emri ortaya konmaktadır. Lokman 15-17. ayetlerde, davranışların maruf eksenli yapılması emredilmekte üstelik en zorlu konularda dahi maruf üzere tutum ve davranış emredilmektedir. Muhammed 21’de zor zamanlarda da tavır takınmanın ve ilkelerin arkasında dimdik durmanın adı marufla tanımlanmaktadır. Nur 53 te ise, görevi yapmada samimiyeti ve abartıdan uzak olarak işi hakkıyla yerine getirme duyarlılığını Allah maruf ile tarif etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de, “birr”, “maruf” ve “ihsan” gibi iyilik anlamına gelen pek çok kavramın kullanıldığı görülmektedir. “Birr”, dünyada ve ahirette Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya yönelik erdemli davranışları içeren iyilikler anlamına gelir ve “ihsan”dan daha geniş bir iyiliğe göndermede bulunur. “Birr”, ihsanı da içine alan daha geniş bir iyiliktir. Bu anlamda, her “birr” ihsandır, fakat her ihsan “birr” değildir. İhsan, bireyin Allah’ın her an kendisini gördüğünün bilincinde olarak, bir işi ya da görevi özveriyle en güzel şekilde yapması ve karşılıksız iyilikte bulunmasıdır. “Maruf” ise, “ihsan” ve “birr”i de içine alan anlam genişliğine sahiptir. Çünkü maruf, sadece iyilikte bulunmayı değil, aynı zamanda terk edilmesi gerekenleri terk etmeyi de içerir. Bu anlamıyla maruf, insanın Allah’a yakınlaşma niyetiyle yaptığı her türlü emri/işi/görevi ve yine bu niyetle yapmaktan kaçındığı her türlü yasağı/münkeri içine alır. 

İyilik, yaratılışta insan doğasında var olan yeteneklerin başında gelir. Ancak her potansiyel yetenekte olduğu gibi, insandaki iyilik potansiyelinin de geliştirilmesi ve işlenmesi gerekir. Çünkü insan, doğumundan itibaren yakın ve uzak çevresinden aldığı desteklerle varlığını sürdürür. Sosyolojide sosyalleşme olarak adlandırılan ve yaşam boyu devam eden söz konusu çevresel destek süreci, bireyin kişiliği üzerindeki toplumsal etkilerin de temel belirleyicisidir. Araştırmalar, insan kişiliğinin doğum öncesinden itibaren oluşmaya başladığını göstermektedir (Çapcıoğlu, 2015: 160). Doğumdan itibaren ise, aile başta olmak üzere akran grupları, okul çevresi ve kitle iletişim araçları gibi sosyalleşme ajanları, “bireyi başkalarından ayıran doğuştan getirdiği ve sonradan kazanılan özelliklerin bütünü” (Özdemir vd., 2012: 566) olarak tanımlanan kişilik gelişimine önemli katkılarda bulunur. Kişilik gelişimi, bireyin doğuştan getirdiği potansiyellerin açığa çıkartılması ve geliştirilmesi bakımından son derece önemlidir. Bireyin zihinsel,  duygusal, sosyal ve fiziksel özelliklerinin süreklilik gösteren yönlerini içeren kişiliğin gelişiminde sosyal çevre, kişiliğin ileride alacağı şekli belirleyen önemli bir faktördür. Çünkü davranışçı psikologlara göre insan doğası, esnek ve yumuşak bir özelliğe sahip olduğu için içinde bulunduğu sosyal çevreye göre şekil alır (Kuzgun, 1972). Buradan hareketle, bireyin sosyalleşmesinde kalıtım ve sosyal çevre faktörlerinin karşılıklı olarak etkili olduğu ifade edilebilir. (Bireysel ve Toplumsal Boyutlarıyla İslam’da ‘İhsan’ Erdemi İhsan ÇAPCIOĞLU, Mehmet AKIN ).

Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen ise ziyan etmiştir.” (Şems: 91/7-10). Bu ve benzeri ayetlerde insan, doğası itibariyle hem iyilik, hem de kötülüğe yatkın bir varlık olarak tanımlanmıştır. Bu niteliğiyle o, aynı zamanda iyi ve kötü erdemleri yapıp yapmamayı seçme özgürlüğüne de sahiptir. “Kur’an, insanın önüne iyi ve kötü ahlâkın özelliklerini sunar. “Hayr”, “maruf”, “ihsan”, “hasene”, “sıdk”, “istikamet”, “şer”, “münker”, “seyyie”, “fısk”, “zülm”, “cehalet” ve “zan” sözcükleri, Kur’an’da bu çerçevede kullanılan kavramlardır. Kur’an-ı Kerim, insanlığı hem bilgilendirmekte hem de bu bilgilendirme neticesinde insanın sorumluluğunu vurgulamaktadır. İnsan özgür olduğu için sorumlu tutulmuştur. İnsanlar doğuştan temiz bir fıtrat üzere yaratılmışlardır. Bu fıtratlarını, daha sonradan kendileri özgür iradeleriyle, ya aslına uygun bir şekilde iyilikle, doğru bir sadakatle güçlendirmişler ya da aslının tersine bir davranış sergileyerek fıtratlarını bozmuşlardır.           

                İslam’ın gayesi, genelde insanları, özelde de müminleri dünya ve ahiret saadetine ulaºmalarý yönünde yönlendirmeler yaparak, hayatlarını fıtratlarına uygun bir şekilde sürdürerek Allah’ın rızasını kazanmalarını sağlamaktır. Kurândaki yönlendirmelere baktığımızda gerek emir ve gerekse nehiy bağlamında olsun hepsinin insanın iki dünyasının (dünya ve ahiret) inşasına yönelik olduğudur. Kurân ile ilgili yapılan tüm çalışmalar bu gayeye yöneliktir. Kur’an, böyle bir toplumu oluşturacak emir, tavsiye ve prensipler bütünüdür. İşte emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker de bu temel prensiplerden birisidir. Kısaca, iyiliği emir ve tavsiye etmek, kötülükten alıkoymak diye ifade edebileceğimiz bu prensibin usulünce uygulanması toplumsal hayatın kaçınılmaz gereklerindendir. İyiliğe, doğruluğa ve yararlı olan şeylere çağırmak, toplumun yararınadır. İnsanların iyiliğine olan şeyleri tavsiye etmek, toplumun zararına olan şeyleri yasaklamak ve toplumun bütünlüğünü bozmamak, ayrılık çıkarmamak gibi önemli işler bu prensibin kapsamına girmektedir.

Maruf; "Allah’a itaat sayılan, ona yakın olmayı sağlayan, insanlar için iyilik olarak kabul edilen ve dinimizce  değer verilen bütün güzel tutum ve davranışları ifade eder" şeklinde tanımlanmıştır. O halde maruf’tan maksat, Allah’ın emir ve tavsiye ettiği söz, fiil ve davranışlardır, diyebiliriz. Buna göre, maruf’un farz, vâcip, nafile ve mendup hükmünde olan her ameli içine aldığını söylemek pek yerinde olsa gerektir. Mesela beş vakit namaz, zekat, sadaka, gibi belli ibadetler ile anne-babaya iyilik etmek, insanlara iyi geçinmek de maruf kapsamında yer alır. Kısaca, ma’ruf, hayrın, faziletin, hakkın ve adaletin kendisidir. Rasûlullah’ın emrettiği her şeydir. Dinde ve insanların adetlerinde kötü olmayan şey, nefsin kabul edip sükûn bulduğu, aklen ve dînen güzel olduğu kabul edilen söz ve davranış, iman, taat, insanların genel düşünce çerçevesinde aklın kabul edip reddetmediği şeylerdir.

"Onlar, ellerindeki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî peygambere uyarlar. Peygamber onlara iyiliği (ma'rufu) emreder ve onları kötülükten meneder; yine onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını kaldırır, üzerlerindeki zincirleri çözer. O peygambere inanan, onu koruyup destekleyen, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nura uyanlar, işte bunlardır kurtuluşa erenlerdir." (A‘râf, 7/157). Bu âyette peygamberin görevi; ma‘rûfu emretmek, münkeri menetmek, temiz olanları helâl, pis olanları haram kılmaktır. Burada muhatap tüm insanlardır. Burada dolaylı olarak Hz. Peygamber’in bir kolaylık ve özgürlük dini getirdiği bildirilmekte; müslümanların, daha önce yahudiler ve hıristiyanlarca yapılan hatayı tekrarlayarak, insanları gereksiz yük ve meşakkatler altına sokacak, onların özgürlüklerini daraltıp zincirlere bağlayacak uydurma hükümler, hurafe içeren inançlar türetmekten kaçınmaları gerektiğine de işaret edilmektedir. Ne yazık ki bu uyarıya rağmen, zaman içinde genellikle müslümanlar da din adına, fitneyi önlemek, kötülükten sakındırmak, belli bir mezhep veya meşrebi ya da bir ırkı kuvvetlendirmek gibi türlü niyetlerle bir kısım ma‘rûfu münker (iyiyi kötü), tayyibâtı habâis (güzel ve meşrû şeyleri çirkin ve gayrı meşrû) olarak göstermişler; Allah’ın dinine onda olmayan şeyler katmışlar ve giderek onun âdeta yaşanması mümkün olmayan; hayatın tabii seyrine, ihtiyaç ve zaruretlerine aykırı, gelişmeye engel bir din gibi algılanmasına sebep olmuşlardır.

 

Yorum Ekle

İlk Yorumlayan Siz Olun!

YAZARIN SON 5 YAZISI

Tüm Yazıları

SON HABERLER

MA'RUF
29 / Nis
MA'RUF
İSTİŞARE
27 / Nis
İSTİŞARE
Boğaziçi Eğitim Derneği

Boğaziği Eğitim Derneği Kurumsal Web sitesi.

Boğaziçi Eğitim Derneği

İstiklal Mah. Hamikoğlu Sok. No:16
44320 Battalgazi / Malatya

Dernek Yazılımı: Medya İnternet™ - Dernek Sitesi Kulga © Tüm Hakları Saklıdır.