Hüseyin KUBAT

Hüseyin KUBAT

İSTİKAMET

08 Eylül 2025 14:06 Boğaziçi Eğitim Derneği 62

İSTİKAMET

(Dosdoğru Yürümek, Dürüst Yaşamak)

Sözlükte “doğru, düzgün, dengeli, sabit ve kararlı olma” gibi anlamlara gelen kavm kökünden masdar olan istikāmetdoğruluk, dürüstlük, adalet, itidal, itaat, sadakat ve dürüstçe yaşama” mânalarında kullanılmaktadır (Dozy, II, 432). Arapça sözlüklerde istikamet kelimesiyle ilgili olarak genellikle “dinî ve ahlâkî hükümlere uygun bir hayat sürme, her türlü aşırılıktan sakınma, Allah’a itaat edip Hz. Muhammed’in sünnetine uyma” şeklinde özetlenebilecek açıklamalar yapılmıştır. (DİA). Bu kelimenin köklerinden biri olan kıyam, dik ve düzgün durmak, ikincisi olan kıvam ise düzgün, ahenkli, güzel olmak anlamlarındadır. Buna göre istikamet kıvam ve kıyamı korumak ve sürdürmek anlamına gelecektir. Türkçe'de bunu, dosdoğru yürümek, sapmadan, yalpalamadan yol almak diye ifadeye edebiliriz.

Kur'an'da istikāmet fiil halinde on yerde, müstakim kelimesi ise kırktan fazla yerde geçmektedir. Peygamberimizin söz ve uygulamaları bize gösteriyor ki yeryüzünde en zorlu görevi yüklenmiş olan insanın en çileli işi istikamet üzere bir hayat sürdürmektir. Bu nedenle "(Ey Habîbim!) Emrolunduğun gibi istikâmet üzere ol! Sen’inle beraber tevbe eden (mü’min)’ler de emrolundukları gibi istikâmet üzere olsunlar! Ve sakın (bu hususta) aşırılığa kaçmayın!..” (Hûd, 11/ 112) ayetinin geçtiği sureden söz ederken Hz. Peygamber şöyle demiştir: "Hûd suresi beni ihtiyarlattı." (Tirmizî, Tefsîr, 56/3297). Abdullâh bin Abbâs (r.a.) bu âyetle alâkalı olarak şöyle demiştir: “Kur’ân-ı Kerîm’de Rasûlullah için bu âyet-i kerîmeden daha şiddetli bir hitap vâkî olmamıştır.” Buradaki hitap her ne kadar Peygamber Efendimiz’e ise de, O’nu bu kadar sıkıntıya sokan, sâdece şahsıyla alâkalı istikâmet endîşesi değildi. Zîrâ O: “(Ey Habîbim! Sen) sırât-ı müstakîm üzeresin.” (Yâsîn, 4) hitabına mazhardı. O’nu ihtiyarlatacak kadar düşündüren husus, emrin mü’minlere de şâmil olması sebebiyle onlar hakkında endişe duymasıdır.

"... O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din ( diynul kayyime) budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Yusuf,  12/40). Bu âyette geçen kayyime kelimesinin istikâmet anlamında kullanıldığı ifade edilmektedir. Ed-dînü’l-kayyim “herhangi bir eğrilik, yanlışlık içermeyen, haktan ayrı bir yönü bulunmayan doğru (müstakim) din” anlamındadır. "O sayfalarda dosdoğru hükümler (kütübün kayyime) yer almaktadır." (Beyyine, 98/3). "Kütübün kayyime" tabiri ise, “doğruyu yanlıştan ayıran hak (müstakim) kitaplar” mânasındadır. Râgıb el-İsfahânî, istikamet kelimesinin düz bir çizgi gibi dosdoğru yol hakkında kullanıldığını ve bundan dolayı hak ve hakikat yoluna “sırât-ı müstakîm” denildiğini ifade ettikten sonra istikametin insanla ilgili olarak “dosdoğru yol üzerinde sapmadan ilerleme” demek olduğunu belirtir (el-Müfredât, “ḳvm” md.). Ebû Amr (veya Ebû Amre) Süfyân İbni Abdullah (ra) şöyle dedi: "Yâ Rasûlallah! Bana İslâmı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim, dedim. Rasûlullah (sav): “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol! ” buyurdu. (Müslim, İmân 62. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61; İbni Mâce, Fiten 12). Bütün bunlarda kelimenin kökündeki “doğruluk, aşırılıklardan uzaklık, sebat ve kararlılık” anlamlarının korunduğu görülür. “Rabbimiz Allah’tır” deyip de dosdoğru çizgide yaşayanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler:Korkmayın, üzulmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin! " (Fussilet, 41/30). “Rabbimiz Allah’tır” dedikten sonra istikamet sahibi olanları övgüyle anan bu âyetteki istikamet kelimesi tefsir kitaplarında “samimi ve kararlı bir imanla hak ve hayır yolunda istikrarlı, dengeli bir hayat sürdürme” şeklinde açıklanmaktadır.

İstikâmet; doğru yolda doğru yürümek demektir. Hem yolun dosdoğru hem de yürüyenin dosdoğru olması gerekir. İfrat ve tefritten uzak, aşırılığa kaçmadan, itidal üzere bulunup orta yolu takip etmek demektir. İstikâmet üzere yaşamak, Allâh'ın emri, Peygamber’in sünnetidir. Allâh'u Teâlâ, Peygamber (sav)’ın şahsında bütün mü’minlere istikâmet üzere yaşamalarını emretmiş, Peygamber (sav) da bu emre sımsıkı sarılarak bize örnek olmuştur. İstikâmet; kalbe tevhîd, davranışlara ise salih amel olarak yansır. İstikâmet üzere olmak, her türlü aşırılıktan uzak, dengeli, kararlı ve hak yol üzere bir hayat yaşamanın adıdır. İstikamet; söz, düşünce ve davranışlarımızın karar/istikrar boyutunu ifade eden ve bir müminin hayat serüveni içinde en hassas çizgisini ortaya koyan bir kavramdır. İstikamet, Kur’an ve sünnet ilkeleri ile yaşanan bir hayatın adıdır. İstikamet, insanın bütün yükümlülüklerine riayet etmesi, yeme, içme, giyinme ve her türlü dinî-dünyevi konuda itidal çizgisini takip etmesidir. “Rabbimiz Allah’tır" deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de. Onlar cennetliklerdir. Yapmakta olduklarına karşılık, orada sürekli kalacaklardır.” (Ahkâf, 46/13-14) ayeti, istikamet üzere olanların ebedî mutluluğa ulaşan kişiler olacaklarını açıkça beyan etmektedir.

İslâm’ın gayesi, insanlara öncelikle tevhîd ilkesine dayalı bir inancı kabul ettirmektir. Güzel söz ve salih amel ancak istikâmet üzere olan imânla anlam kazanır. İmân olmadan ameller kabul olmayacağı gibi güzel işlerle desteklenmeyen imân da kemale ermez ve sabit durmaz. Muhafaza edilmeyen, korunmayan her şey zamanla zayıf düşme ve yok olmaya mahkumdur. Mü’min, Allâh’u Teâlâ’ya imânla birlikte güzel amel işleyen ve istikâmet üzere daim olandır. Allâh ve Rasûlü’nün açıkladığı hükümler ile hükmetmek; hiçbir tercihi söz konusu etmeden amel işlemek, istikâmeti arzulayan her muvahhîd mü’minin kulluk vazifesidir. “Allâh ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur...” (Ahzab: 33/36). İşte gerçek istikâmet sahibi onlardır ki; Allâh (cc) ve Rasûlü (sav)’ın hükmüne tam teslim olup akide ve amel konusunda emredileni itirazsız yapanlardır. İstikâmet üzere yaşamak, fevkalade dikkat ve gayret ister. Dosdoğru yolda olmada, kalbin ve dilin dürüstlüğü büyük önem arz eder. Kalp, bedenimizdeki tüm organların komutanı, onları yönlendirendir. Bir olan Allâh’a imân edip dürüstlüğü benimseyen kalp, diğer organları etkiler. Dil, kalbin tercümanıdır. Onun doğruluğu ve eğriliği de diğer organların tavırlarına etki eder. Gerek ferdî, gerek ailevî ve gerekse ictimâî hayatı, Kur’ân’a ve Sünnet’e tabi kılmak, istikâmet üzere olmanın vazgeçilmez şartıdır. Kadın olsun, erkek olsun mü’min şahsiyet, dünya işlerinin bütününü İslâmî ilkelere göre ayarlar. Bu anlamda dünya ve âhiret ayrımı yapmadan, ikisinin birbirinin devamı olduğu bilinciyle hareket eder. Ekonomide, hukukta, siyasette ve ticarette Allâh’u Teâlâ’nın rızasını gözeterek, O’nun emir ve nehiylerine göre davranır. Allâh’u Teâlâ’nın koyduğu helal ve haram sınırlarını hakkıyla korur. Bu sınırları asla çiğnemediği gibi başkalarının çiğnemesine de kesinlikle razı olmaz.

Gerçek mücadele; hak olan davaları uğruna çözülme ve çaresizlik içinde geri adım atmadan, inanç ve ilkelerinden taviz vermeden ortaya konulandır. Kişi bu konuda istikrarlı olmalı, azim ve sabırla mücadelesini devam ettirmelidir. Hak davası uğruna, adaletin gerçekleşip hayat bulması için davasını sebatla savunmaya devam etmelidir. İstikâmette istikrar sahibi olmak, belli bir çizgide devamlı ve daimî bulunmaktır. Geçici ve arızi bağlılıklar sebat değildir. Davasının mücadelesini istikrarlı ve istikâmet üzere sürdürmektir. Geri adım atmadan sonuna kadar istikâmet üzere olmak imânî bir sorumluluğumuz olmalıdır. İstikrar sahibi olmayan, aceleci, bedel ödemekten kaçınan, davasının hakkını vermek istemeyen, rahatına, nefsine, menfaatine düşkün, çıkarını önceleyen insanlardan istikâmet beklemek mümkün değildir. İslâm’da istikâmet denildiğinde, öncelikle doğru ve sağlam bir itikada sahip olmak anlaşılır. Kavramın daha iyi anlaşılması için, maddeler halinde anlatılmasının daha uygun olacağı anlayışıyla, istikâmet aşağıda bölümler halinde şöyle sıralanabilir: İmânda istikâmet: Allâh-u Teâlâ’ya hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Tevhîd ve vahdeti korumaktır. İbâdette istikâmet: Ölüm bize gelinceye kadar kulluk vazifemize sadık kalmaktır. İbâdetlerimizi yalnızca Allâh’a has kılmak, her türlü riya ve gösterişten arınmaktır. Ahlâkta istikâmet: Rasûl-u Ekrem (sav)’ın örnek ahlakını rehber edinmektir. Ülfet ve muhabbeti, nezaket ve zarafeti hayatımıza hâkim kılmaktır. Yalan ve hileye, zulüm ve haksızlığa asla tevessül etmemektir. Kul ve kamu hakkını ihlal eden davranışlardan kaçınmaktır.

Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allâh’dır” deyip sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanlar (yok mu), artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. (Ahkâf: 46/13). Bu âyette öncelikle doğru olanlar, dosdoğru bir yol tutanlar için hiçbir korkunun olmayacağı o günde, istikâmet üzere olanların cehennem azabı ile karşılaşmayacaklarını ve mahzun olmayacaklarını anlıyoruz. Bir sonraki âyette: “İşte onlar, cennet halkıdır, yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, içinde ebedî olarak kalacaklardır.” (Ahkaf: 46/14) buyurmaktadır. Bu âyetten korku ve mahzuniyetin Rabbimizin azabı olduğu anlaşılmaktadır. Âyetin ilk kısmındanda bu doğru yolun kaynağının ne olduğunu anlıyoruz. Doğru yolun kaynağı; Allâh  Teâlâ’yı “Rab” olarak kabul etmektir. Rab; insanın efendi ve malik olarak, terbiye eden ve yetiştiren, ihtiyaçları karşılayan, kefil, gözetici, koruyup kollayan, ıslahla sorumlu olan, üstünlüğü ve yüceliği kabul edilen ve tasarruf hakkına sahip, itaat ve boyun eğilen, güç ve egemenlik sahibi olarak sadece Allâh Teâlâ’yı kabullenmesidir. Dolayısıyla cehennem başta olmak üzere bütün korkulardan beri olmak için rab olarak sadece Allâh Teâlâ’yı birlemek ve O’nun gösterdiği yolda yürümek gerekir. “Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allâh’dır deyip sonra dosdoğru bir istikâmet tutturanalar (yok mu) onların üzerine melekler iner (ve derki:) “Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size va’dolunan cennetle sevinin.” (Fussilet: 41/30). 

Dosdoğru yol” ve “Rab” kelimelerinin Kur’ân’da birçok yerde birbiri ile ilişkili olduğu görülmektedir. Örneğin her gün namazlarda okuduğumuz Fatiha’da “Alemlerin Rabbi” olan Allâh Teâlâ’ya hamd ettikten sonra kendisinden bizleri “dosdoğru yola” iletmesini dileriz. Hud suresi 112. Âyette Rasûlüne hitaben: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol ” derken bir önceki 111. Âyette “Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” diye buyurmaktadır. Abdullâh b. Mes’ud (ra)’ın anlattığına göre Peygamber (sav) bir gün yere düz bir çizgi çizdi ve etrafına toplanan sahabeye şöyle dedi: “İşte bu Allâh’ın dosdoğru yoludur.” Sonra da bu düz çizginin sağ ve sol taraflarına başka çizgiler çizerek, “Bunlar da diğer yollardır ki her birinin başında bir şeytan bulunmakta ve kendi yollarına çağırmaktadır.” dedi ve “İşte bu benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır.” (Enam: 6/153) âyetini okudu. (İbni Mâce, Mukaddime 11; Dârimî, Mukaddime 23)

Sırat-ı müstakîm, sınırlarını bizzat Allah Teala’nın çizdiği dinin adı olan İSLAM’dır. Sırat-ı müstakîm, bütün peygamberlerin yürüdükleri ve insanları da kendileriyle birlikte yürümeye davet ettikleri yolun adıdır. Sırat-ı müstakîm, Rableri tarafından kendilerine nimet verilen kimselerin yoludur. Sırat-ı müstakîm tektir, bir tanedir. O'da Allâh’ın yegâne dini İslamdır. "Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır." (Al-i İmran, 3/19). Bu yol, özü sözü bir olan sıddıkların, hak ve hakikat uğruna hayatlarını ortaya koyan şehitlerin ve devamlı iyi işler yapan salihlerin yoludur. Sırat-ı müstakîm, kendisinde hiçbir hata ve yanlışın olmadığı, pürüzsüz ve dosdoğru yoldur. Sırat-ı müstakîm, yolcusunu güvenli bir şekilde hak ve hakikate ulaştıran en kısa yolun adıdır. İstikamet üzere olmak, her türlü aşırılıktan uzak, dengeli, kararlı ve hak yol üzere istikrarlı bir hayat yaşamanın adıdır. Ve sonu cennet olan bir yoldur. Nitekim Taberî’nin zikrettiği bir rivayette Rasûlullah (sav),“Her kim imanla ölürse işte o istikamet sahibi olanlardandır.” demiştir. (DİA). Mü'min olarak yaşamak istikâmet üzere olmaktır. Hele mü'min olarak ölmek ise istikâmet üzere olduğunu perçinlemektir. Dünyanın cazibesine kapılmadan İslâm’ın ilke ve kurallarına göre yaşamak en büyük başarı olduğu gibi aynı zamanda istikâmet üzere olmak demektir. Kurtuluşa erenler de bunlar olacaktır.

 

Yorum Ekle

İlk Yorumlayan Siz Olun!

YAZARIN SON 5 YAZISI

Tüm Yazıları
Boğaziçi Eğitim Derneği

Boğaziği Eğitim Derneği Kurumsal Web sitesi.

Boğaziçi Eğitim Derneği

İstiklal Mah. Hamikoğlu Sok. No:16
44320 Battalgazi / Malatya

Dernek Yazılımı: Medya İnternet™ - Dernek Sitesi Kulga © Tüm Hakları Saklıdır.