İMAN
"Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler."(Bakara 2/285 ayrıca bkz. Nisâ Nisâ 4/136). Kur’ân-ı Kerîm’de imanın temel esasları bu beş ilke olarak verilmektedir. Elbette bunlar imanın temelleridir. Kur’an’da ve sahih sünnette belirtilen tüm esasları kâbul etmek imanın, inancın gereğidir. "Allah ve rasûlü herhangi bir konuda hüküm verdiklerinde artık mümin bir erkek veya kadın için işlerinde tercih hakları yoktur. Allah’ın ve rasulünün emrine itaat etmeyenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır." (Ahzab 33/36; ayrıca bkz. A‘râf 7/157; Tevbe 9/29). Bu ayetlere göre Allah ve Rasûlü haram koyma yetkisine sahip olduğu gibi, yine Allah ve Rasulünün hükmettiği bir konuda müminlere seçme hakkı yoktur. Allah ve Rasûlü’nün hükmettiği her konuyu kâbul etmek imanın gereğidir.
İmanın hakikati ve özü kalbin tasdikidir. Kalbin tasdiki imanın değişmeyen aslî unsurudur. İmanla bilgi arasında çok yakın bir ilişki söz konusudur. Her inanan kişi, neye inandığını bilir, bilmelidir. Ancak her bilme inanmayı gerektirmez. İnanılacak esaslarla ilgili bilgiye iman denilebilmesi için, kişinin gönlünde ve kalbinde hür iradeye dayalı bir boyun eğişin, teslimiyetin ve tasdikin bulunması gerekir. Kur’ân-ı Kerîm’de iman kavramı 800’den fazla yerde geçer. İman etmeyi ve inananları nitelemek için “doğru söylemek” anlamındaki sıdk kökünün, ayrıca kalbin iman sayesinde huzura kavuşmasını ifade etmek için “şüpheden uzak olarak bilmek” mânasında yakn (yakīn) kökünün türevleri (Bakara 2/4; Mâide 5/50) ve “huzur bulmak, güven duymak” anlamındaki itmi’nân kavramı kullanılır (Bakara 2/260; Ra‘d 13/28). İbnü’l-Cevzî “kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve organlarla amel” şeklinde tanımladığı imanın Kur’an’da beş mânada kullanıldığını kaydeder: Tasdik, sadece dilin ikrarı, tevhid, peygamberi onaylama ve namaz.(DİA). İman, İslâm’da en temel kavramlardan biridir ve kısaca Allah’ın bildirdiği hakikatleri kalpten tasdik edip dil ile ikrar etmek demektir. Lügat anlamı: “Güvenmek, inanmak, tasdik etmek” demektir. Terim anlamı: Peygamber Efendimiz (sav) ’in Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlere, kalp ile inanıp tasdik etmek; bu inancı dil ile ifade etmektir. İman, yalnızca akıl ve mantıkla değil; Allah’ın hidayeti ve kişinin samimi arayışı ile kökleşir ve sabitlenir.
İman kalpte yer eder. Sadece sözle söylemek yetmez, kalben de kabul gerekir. Yani iman kalbin tasdiki, onayıdır. Tasdik ise, haberin ve haber verenin doğruluğunu kabul etmektir. Neye, nasıl ve niçin inanıldığının bilinmesi yönünden imanın oluşumunda bilgi unsuru da önemli olmakla birlikte bilinen şeyin imana dönüşebilmesi için his ve kalp yoluyla benimsenmesi gerekmektedir. İman amel, fiiller ile desteklenir: Amel imanın parçası değil, meyvesidir; gerçek iman, davranışlarda kendini gösterir. İman aynı zamanda artar ve eksilir. İtaat ve ibadetle artar; günah ve gafletle zayıflar. Kısacası, iman sadece “inanıyorum” demek değil, gönülde sarsılmaz bir kabul ve hayatı o kabul doğrultusunda yaşamaktır. İmanın göstergesi, kişinin Allah’a olan inancının kalpte kökleşmesi ve bunun söz, davranış ve ahlâkta kendini göstermesidir. Başlıca göstergeler şunlardır: 1). Tevhid inancı – Allah’ı bir bilmek, hiçbir şeyi O’na ortak koşmamak. 2). Salih ameller – Namaz, oruç, zekât gibi ibadetleri samimiyetle yerine getirmek. 3). Güzel ahlâk – Doğruluk, adalet, merhamet, sabır gibi erdemlerle yaşamak. 4). Haramlardan sakınmak – Günahı, Allah korkusu ve sevgisiyle terk etmek. 5). İçten bağlılık – İyiliği severek yapmak, kötülüğü de reddetmek. 6). Müminlerle kardeşlik – Sevgi, yardımlaşma ve dayanışma içinde olmak. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurur: “Mümin, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” (Tirmizî).
Bakara Sûresi 3. ayette, muttakîlerin, samimi, ihlaslı müminlerin özellikleri anlatılırken şöyle denir: "Onlar, gayba iman ederler…" (Bakara 2/3). Buradaki "gayb", insanın gözle görmediği, duyularla algılayamadığı fakat Allah’ın haber verdiği gerçeklerdir. Buna; Allah’ın varlığı ve birliği, melekler, ahiret, kader, peygamberlik, cennet ve cehennem gibi konular dahildir. Dolayısıyla “iman gayba inanmaktır” ifadesi, imanın görülmeyene, ama güvenilir kaynaktan (Allah’ın vahyi) gelen bilgiye dayalı bir kabul olduğunu özetler. Bu, iman tanımında merkezî bir konumda yer alır. Gaybın kapsamı; Allah’ın bildirdiği, ama bizim görmediğimiz her şeydir. Duyu ötesi, gözle görülmeyen, deneyle kanıtlanamayan şeyleri ifade eder. Ancak akla aykırı değil, aksine akıl ve vahyin birlikte doğruladığı gerçeklerdir. Vahiy temelli bilgi. Gayb bilgisi, insanın kendi çabasıyla ulaşamayacağı bir alandır. Bu nedenle Allah, peygamberler aracılığıyla haber verir (Âl-i İmrân 3/179). Gayb, İmanın imtihan boyutudur. Eğer her şey gözle görülseydi, inanç imtihanı ortadan kalkardı. Gayba iman, Allah’a teslimiyetin ve güvenin göstergesidir.
Şimdi “iman = gayba inanmak” anlayışının günlük hayattaki yansımalarına bakabiliriz. 1). Kur’ân okumak. Allah’ın kitabını okumak, anlamak, yaşamak ve başkalarına anlatmaktır. İslâm’ın ilk emrinin "Oku!" olduğunu unutmamak lazım. Bilmeden uygulama olmaz, olursa da eksik veya yanlış olur. 2). Namaz kılmak. Namazda Allah’ı görmüyoruz, ama O’nun huzurunda olduğumuza inanıyoruz. Bu, gayba imanla yapılan bir ibadettir. Burada imanın anlamlarindan biri de namaz olduğunu hatırlamakta fayda vardır. Kur’an’da iman kavramıyla tanımlanan tek ibadet namazdır. (Bkz. Bakara 2/143). 3). Dua etmek. Karşımızda bizi dinleyen birini görmesek de, Allah’ın bizi işittiğine ve cevap verdiğine inanmak, güvenmektir. 4). Sabır ve tevekkül. Zorluklarda Allah’ın planına güvenmek, O'na dayanmak, görünmeyen ilâhî hikmete inanmak demektir. 5). Sadaka vermek, başkalarına yardım etmek. Karşılığını dünyada değil, ahirette göreceğimize dair inançla vermek. 6). Günahlardan uzak durmak. Kimse görmese bile Allah’ın gördüğüne ve hesap gününde karşılaşacağımıza inanmak, gayba imandır. Aslında her ibadet ve ahlâklı davranışın arkasında görmediğine güvenme boyutu vardır.
“Günah işleyip de kendisine ölüm gelince ‘işte ben şimdi tevbe ettim’ diyen kimsenin tevbesi kabul edilmez. Kâfir olarak ölenlerin de tevbesi kabul edilmez. İşte bunlara ahirette can yakıcı bir azap hazırlamışızdır.”(Nisa 4/18). İman ümitsizlik halinde olmamalıdır. Hayatı boyunca inanmamış olan bir insanın, yaşama ümidi kalmayıp can çekişme halinde iman etmesi geçerli değildir. İnanmış olan bir kimse, dinin kesin hükümlerinden, her hangi birini inkar edici söz ve davranışlarda bulunmamalıdır. Dinin hükümleri bir bütündür, bunlardan birini inkar etmek hepsini inkar etmek demektir. Ancak dinin bütün hükümlerine inandığı halde bunlardan bazılarını yapmayacak olursa dinden çıkmış olmaz. İnkar başka, yapmamak, ihmal etmek başkadır. Dindeki hükümlerin hepsinin güzel olduğunu kabul etmek ve bunların arasında bir ayırım yapmamak gerekir. Kesin nass, delil ile sabit olan her şeyi kâbul edip benimsemelidir. Bir kısmını kâbul edip, bir kısmını reddetmek olamaz. Bu kişiyi dinin dışına çıkarır. Kâfir olmasına neden olur. “İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.” (Bakara 2/277). İman ile amel, ayrı ayrı şeyler olmakla beraber aralarında çok sıkı bir ilişki vardır. Allah ancak olgun müminlerden razı olur. Olgun mümin olmak için de yalnız inanmak yeterli değildir. İman ile birlikte ibadet etmek ve güzel ahlâka sahip olmak gerekir. Hiç şüphe yok ki ibadet, imanın bir göstergesidir. Sadece inandım demek yeterli değildir. Kalpdeki iman ışığının sönmemesi için ibadet de gereklidir. İbadet yapmayan kimsenin kalbindeki iman yavaş yavaş zayıflar ve Allah korusun günün birinde sönebilir. Bu ise insan için en büyük kayıptır. İman nurunun söndüğü bir gönül, insan için bir yük olmanın ötesinde bir anlam taşımaz.


