
“İyi olmak, iyilik etmek, üstün olmak, üstün kılmak” gibi anlamlara gelen hayr kökünden masdar-isim olup “iyi” yahut “iyilik” mânasında ve şerrin karşıtı olarak kullanılır (Lisânü’l-ʿArab, “ḫyr” md.). “Mal ve servet” mânasına da gelen hayr ayrıca “en iyisi, daha iyisi”, şer de “en kötüsü, daha kötüsü” anlamında ism-i tafdîldir. Râgıb el-İsfahânî hayrı “akıl, adalet, fazilet ve faydalı nesne gibi herkesin arzuladığı şey” diye tanımlar (el-Müfredât, “ḫyr” md.); Zebîdî de aynı tanımı tekrar eder (Tâcü’l-ʿarûs, “ḫyr” md.). Sözlükte “kötü olmak, kötülüğe meyletmek, kötülük yapmak” ve “kötü, en kötü, çirkin, zararlı” gibi anlamlara gelen bir masdar-isim olan şerr (çoğulu eşrâr) (Lisânü’l-ʿArab, “şrr” md.; Kāmus Tercümesi, II, 427) hayrın karşıtıdır. Kelimeye terim olarak “kimsenin hoşlanmayıp yüz çevirdiği zararlı ve kötü şey; zararlı şeylerin yayılması; bir şeyin kendi tabiatıyla örtüşmemesi” gibi mânalar verilmiştir. Dinî literatürde Allah tarafından yasaklanıp karşılığında ceza tertip edilen inanç ve davranışlar, günahlar şer diye nitelenir. (DİA).
Hayır kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de yüz yetmiş altı yerde geçmektedir. Geçtiği yerlerde farklı anlamlarda kullanılmıştır. Bu anlamları, “iyi, güzel, değerli, faydalı ve mal, mülk gibi arzulanan şeyler” diye kapsamlı bir şekilde toplayabiliriz. "Size zor geldiği halde savaş üzerinize farz kılındı. Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz."(Bakara 2/216). Savaş genel olarak istenen bir şey değildir. Ancak savaşıldığı takdirde kaybedilecekler ve kazanılacaklarla savaşılmadığında ortaya çıkacak kazanç ve kayıplar mukayese edildiğinde savaş ağır basınca, hatta zorunlu hale gelince savaşmak kaçınılmaz olmaktadır. Şu halde İslâmî hükümler insanların arzularına, tabii meyillerine değil yükümlülükten hâsıl olacak sonucun iyi veya kötü, hayırlı veya hayırsız, faydalı veya zararlı olmasına dayanmaktadır. Tecrübelerden anlaşılmıştır ki insan var oluş amacı itibariyle faydalı olan bazı şeyleri arzulayabilmekte, bunlara karşı direnebilmekte, zararlı olanları da, bazan şiddetle, ısrarla isteyebilmekte, engellenmeye karşı direnebilmektedir. Hikmetten yeterince nasip almamış ve olgunlaşmamış nefis, bu durumda iken kendine ağır gelen yükümlülüklerle eğitilmeli, aklın, hikmetin ve ahlâkın eksenine çekilmelidir.
Kur’ân’da şer kelimesi biri çoğul kalıbıyla olmak üzere otuz yerde geçmektedir. Benzer anlamlarda fahşa, fesad, durr, seyyie, musibet ve su' gibi kelimeler de kullanılmıştır. "Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalar; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa “Bu Allah’tan” derler, başlarına bir kötülük gelince de “Bu senden” derler. “Hepsi Allah’tandır” de. Ne oldu bu topluluğa ki bir türlü söyleneni anlayamıyorlar! Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter."(Nisa 4/78-79). İnsanlar daha ziyade yahudiler işleri iyi gittiğinde, sağlık, kazanç ve ürünleri iyi olduğunda “bu Allah’tan” diyorlar, işler ters giderse bunu da Hz. Peygamber’in uğursuzluğuna bağlıyor, onun yüzünden böyle olduğunu ileri sürüyorlardı. Bu vesileyle onlara ve bütün insanlığa iyilik-kötülük, hayır-şer meselesi hakkında işin doğrusu bir kere daha anlatılmaktadır. Buna göre insanların başına ne gelirse gelsin, çevrelerinde iyi veya kötü ne olursa olsun bunların tamamı, hayrı-şerri, iyisi-kötüsü Allah’tandır; O takdir etmiş, murat eylemiş ve yaratmıştır, ancak olup biten şeylerde insanların katkısı, iyilik ile kötülük, hayırla şer bakımından farklı olmaktadır. Eğer iradelerine bırakılmış konularda iyi bir şeyle karşılaşır, bir nimete nâil olur, bir başarı elde ederlerse Allah’ın verdiği aklı, bilgiyi, iradeyi ve gücü doğru ve yerinde kullanmış oldukları anlaşılır. Allah böyle istediği, buna razı olduğu, verdiği kabiliyetleri bu sonucu elde etmek üzere kullansınlar diye verdiği için hayır, iyilik, başarı Allah’tandır. Yine insanların irade ve tercihlerine bırakılan konularda, alanlarda, işlerde insanlar akıl, bilgi, irade ve güçlerini yerinde ve doğru kullanmazlar, bu yüzden O’nun razı olmadığı, kendilerinin de hoşlarına gitmeyen sonuçlar elde ederlerse bu sonuçlar (şer, kötülük) kendilerindendir; bunlara kendileri sebep olmuşlardır. İmkân verdi diye kötülük Allah’a yüklenemez, “O’ndandır” denemez, zira buna rızâsının bulunmadığını bildirmiştir. "Eğer inkâr ederseniz bilesiniz ki Allah’ın size ihtiyacı yoktur; ama O, kullarının nankörlüğüne razı olmaz..."(Zümer 397), "Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar." (Şûrâ 42/30).
Kur'an'da belirtildiğine göre hayır ve şer Allah’tandır (Nisâ 4/78-79). İnsanlar iyilik ve güzelliklerle imtihana tabi tutulduğu gibi korku, açlık, mal ve can kaybıyla da imtihana tabi tutulur (Bakara 2/155-156; Âl-i İmrân 3/180; Enbiyâ 21/35). Yine hayır ve şerrin insanlarca tamamıyla bilinemeyeceği, kişinin sevmediği bir şeyin hayır, sevdiği şeyin de şer olabileceğini belirtmektedir. (Bakara 2/216). İnsan şer bile olsa sevdiği bir şeye kavuşmakta acele eder (İsrâ 17/11); Halbuki Allah ise kullarına şerri vermekte acele etmemektedir (Yûnus 10/11). Neyin hayır, neyin şer olduğunu gönderdiği vahiylerle Allah insanlara bildirip onlara hayır yapmalarını emretmiş, kötü fiilleri, şer olanı yasaklamıştır (Bakara 2/168-169; Âl-i İmrân 3/114-115; Hac 22/77). Şer olan fiillerin insana düşmanlık besleyen şeytan tarafından daima güzel gösterildiğine dikkat çekilerek bu konuda uyarılarda bulunmuştur. (Bakara 2/208, 268; Yâsîn 36/60). Zerre kadar hayır işleyen kimsenin mükâfatını, zerre kadar kötülük işleyen kimsenin cezasını göreceğini de haber vermiştir (Zilzâl 99/7-8).
Yüce Allah (c.c.), mutlak anlamda hikmetli ve düzenli iş yapan yegâne varlıktır. O’nun şerri yaratmasında da birtakım hikmetler vardır. Canlı ölüden, iyi kötüden, hayır şerden ayırt edilebilsin diye Allah eşyayı zıtlarıyla birlikte yaratmıştır. Ayrıca insana şer ve kötü şeylerden korunma yollarını göstermiş, şerden sakınma güç ve kudretini vermiştir. Dünyada şer olmasa hayrın manası anlaşılamaz ve bu dünyanın imtihan dünyası olma vasfı ve hikmeti gerçekleşemezdi. Şer, Allah’ın adalet ve hikmeti gereği veya kendisinden sonra gelecek bir hayra vasıta olmak ya da daha kötü bir şerri defetmek için yaratılmıştır. Gerek fenalık ve kötülük anlamında olsun; gerek musîbet, belâ, felâket ve sıkıntı anlamlarında olsun şerri de yaratan Allah'tır. Çünkü her mümkün olanı ve her işi yaratan Allah'tır. O'ndan başka yaratıcı yoktur. Zâtı mükemmel olup mutlak kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğu için Allah'ın zat, esmâ (isimler), sıfat ve fiillerinde hiçbir şer yoktur. Şer, insanlarda, insanların işlerinde ve insanın zannına göre yaratıklardadır. Allah şerri de hikmet ve ilâhî adâletin bir gereği olarak yaratmıştır. Yüce Allah, insanı bu dünyaya akıl ve irâde vererek imtihan etmek için getirmiştir. Bu sınav âleminde şerrin bulunmaması, dünyanın ve içindeki insanın yaratılış hikmetine aykırı düşerdi. Allah bu evrende insanlara, içlerinden peygamberler göndererek doğru yolu göstermiştir: "Biz ona (insana) iki yol gösterdik." (Beled, 99/10). Üstelik insanın ruhuna şerden sakınmanın ve şerri tanımanın bilgilerini koymuş ve ilham etmiştir: "Her nefse (insan ruhuna) ve onu düzenleyene, sonra da ona kötülüğü (n ne olduğunu) ve bundan sakınmayı ilham edene and olsun ki onu (nefsini/ruhunu günah ve şerden) temizleyen felâha ermiştir." (Şems, 91/ 7-9)
Allah, insanlara şer ve kötülük yaptırmasaydı, zorlasa ve şer için fırsat vermese, onların hepsini kendisine iman eden, tâat ve hayırda/iyilikte bulunan kimseler yapsaydı, daha iyi olmaz mıydı gibi sorular akla gelebilir. Allah, böyle yapsaydı, insanın diğer varlıklardan, herhangi bir hayvandan farkı kalmazdı. Melek veya İblis (şeytan) olarak yaratsaydı, bunlar zaten insandan önce yaratılmışlardı. Fakat Allah, bunların hepsinden farklı bir varlık yaratmak istemişti. İnsana akıl, şuur, bilgi edinme ve irâde özellikleri olan bir ruh vererek bütün varlıklardan üstün kılmış ve yeryüzüne halife yapmıştır. İyilik ve hayrın kıymeti, zorlayarak ortaya çıkarılan değildir; şuur, bilinç ve özgür bir irâde, tercih ile yapılan hayrın/iyiliğin kıymeti vardır. "Eğer Rabbim dileseydi, yeryüzünde bulunan bütün insanların hepsi iman ederlerdi." (Yûnus, 10/99). İnsanlar akıllarını kullanarak, vicdanlarına tâbi olarak özgür irâdeleriyle hürriyet içinde iman ve hayrı seçmeselerdi, imanın küfre karşı bir değeri, üstünlüğü olmazdı. Küfür ve şer olmasaydı, irâde ve istekle iman ve hayır uğrunda çekilen meşakkatin kıymeti kalmazdı. Küfrün bilfiil varlığı olmasaydı iman ve kelimetullah nasıl bu kadar yüce ve değerli olurdu? Her şeyin kıymeti, zıddı ile bilinir. Eğer Nuh kavminin küfrü olmasaydı Tûfan mûcizesi meydana gelmezdi. Diğer peygamberlere iman etmeyen kavimlerde helâk âyetleri kendini göstermezdi.
"Hoşunuza gitmediği halde savaş üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki (nefsinize göre) hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırdır ve olur ki sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara 2/216). Bu ayet-i kerime, ne yazık ki tarih boyunca birçok grup tarafından istismar edilen bir ayet-i kerimedir. "Şer görülende hayır, hayır görülende şer olabileceği" şeklinde ifadelendirilen bu anlayış öyle noktalara vardırılmıştır ki, şer üzere gördüğünüz bir insanı, bir grubu eleştirmeniz, hakka ve hayıra davet edebilmeniz bile mümkün olmamaktadır. Gördüğünüz ve eleştirdiğiniz vakıanın şer olduğunu izah etseniz bile, o insanları şerden uzaklaştırıp hayra davet edemezsiniz. Çünkü bu kimseler görülen vakıanın şer olduğunu kabui etmekle beraber "Şer görülende hayır, hayır görülende şer olabileceği" anlayışıyla, apaçık olan şerde hayır aramaya ve bu hayrı(!) beklemeye devam edeceklerdir. Özellikle zâlim yöneticiler halkın kendilerine itaat etmesini sağlamak için bunu yanlış yorumlayarak, yaptıkları zulüm olsa bile şer de hayır olabileceği gibi anlaşılmasını sağlamışlardır. Oysa yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerime, böylesi anlayışlara kapı aralayan bir ayet-i kerime değildir. Çünkü bu ayet-i kerimede Allah'ın değil, bizlerin hoşuna gitmeyen bir şeyde hayır veya yine bizlerin hoşuna giden bir şeyde şer olabileceği beyan edilmektedir. "Şer görülende hayır, hayır görülende şer olabileceği" anlayışını ilahi vahye nisbet etmek, ilahi vahyin şer bildirdiğinde hayır, hayır bildirdiğinde şer olabileceğini zannetmek, bu çelişkiyi veya yanılgıyı Allah'a nisbet etmektir!. Halbuki şanı yüce Rabbimizin hayır olarak beyan ettiği her şey hayrın ta kendisi, şer olarak beyan ettiği her şey de şerrin ta kendisidir.
Rabbimizin hayır bildirdiğinde şer, şer bildirdiğinde hayır olabileceğini düşünmek, müslümanın inancında bulunmaması gereken bir düşünce şeklidir. Mesela aşağıdaki ayet-i kerimelerde, şanı yüce Rabbimiz bazı hayırların ne olduğunu şöyle beyan etmektedir; "Allah'a ve Rasulüne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır." (Saf,61/11). "Eğer mü'minseniz, Allah'ın (helalinden) bıraktığı (kazanç, az da olsa) sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin üzerinize bir bekçi (gözetip-koruyucu) değilim."(Hûd, 11/86) "Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin). (Borcu) sadaka olarak bağışlamanız ise eğer bilirseniz sizin için daha hayırlıdır." (Bakara, 2/280). Şimdi bu ayet-i kerimelerle beyan edilen hayırlarda, şer arayabilir miyiz? "Bunlar hayır olarak bildirilmiştir ama, bu hayırlarda şer olabilir.." diyebilir miyiz? Elbette ki hayır. Çünkü biraz önce söylediğimiz gibi, şanı yüce Rabbimizin hayır olarak beyan ettiği her şey hayrın ta kendisi, şer olarak beyan ettiği her şey de şerrin ta kendisidir. Dolayısıyle ayet-i kerimede beyan edilen hakikati, ayet-i kerimeye sadık kalarak şu şekilde anlamamız gerekir; "Nakli olarak değil, akli ve nefsi olarak değerlendirip hoş gördüğümüz şeylerde şer, hoşumuza gitmeyen şeylerde ise hayır olabilir." İnsanların hayır gördüğünde şer, şer gördüğünde hayır olabilir. Allah’ın hayır dediği hayır, şer dediği ise mutlak şerdir.
Hayır ve şer terimleri insanın eylemlerinin değeri ve çoğunlukla insanın eylemleriyle ulaşmak istediği amaçların yahut eylemlerinin kendisini götürdüğü sonuçların değeri olarak da kullanılır. Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda hayır kelimesinin, başta malî fedakârlıklar olmak üzere her türlü yardım severliği ifade eden bir anlamda kullanılması ve müslümanların bu tür faaliyetlere teşvik edilmesi, erken dönemlerden itibaren müslümanlar arasında güçlü bir dayanışma ruhu geliştirdiği gibi çeşitli kişi ve kuruluşlarca başta vakıf müessesesi olmak üzere dârüşşifâ, dârüleytam, dârülaceze, dârüşşafaka, imaret, sebil, köprü, cami, mektep ve medrese gibi kamuya hizmet veren birçok hayır eserinin meydana getirilmesini sağlamıştır.
Hayır-Şer, İyi-Kötü' nün bir kısmı akılla tesbit edilebilir. Zulüm, hırsızlık, insanları aldatmak vs gibi şeylerin kötü; adalet, doğruluk ve dürüstlük, insanlara yardım etmek vs gibi şeylerin iyi olduğunu her insan bilir ve kabul eder. Ancak bazı şeylerin akılla tesbiti mümkün değildir. Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek gibi şeylerin her akıl tarafından kavranması ve hoş karşılanması beklenemez. Hristiyanların günah çıkartma, vaftiz (her insan günahkar olarak doğduğu için kilisede yapılan günahlardan arınma töreni); yahudilerin Allah’ın seçkin kulları oldukları yani üstün ırk, vadedilen topraklar (arzı mev'ud), yahudi olmayanlara karşı sorumlu olmadıkları vb. gibi inanç ve uygulamaları başkaları tarafından kabul edilemez ve yanlış görülür. Halbuki bu inanç ve uygulamalar tabiileri tarafından temel kaide olarak kabul edilmektedir. İnsanın iyi ve kötüyü bütünüyle bilmesi mümkün değildir. Zira insan sınırlı bir bilgiye sahiptir. Bazı konular ancak insanüstü bilgi kaynakları ile, kesin ve doğru haberle, vahiyle bilinebilir. "Hoşunuza gitmediği halde savaş üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki (nefsinize göre) hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırdır ve olur ki sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara,2/216). Savaş istenen ve iyi bir şey değildir. Ancak bazen zorunlu hale gelebilir, zalimi defedip, zulme engel olursa bir çok insan veya toplum için hayır olabilir.
Hüseyin KUBAT